Belki her ikisi de mümkün denilebilir. Ben olaya şöyle yaklaşmak istiyorum:
Tüm bid’at görüşler (belki “tüm” değil de “bazı” diyerek sınırlandırılabilir) karşıtlarının aşırılıklarından türemiştir. Örneğin bugün bazı ehl-i tarikten hadis savunucuları, zayıf-uydurma kitaplarda ne buluyorlarsa hadis adına savunabilmektedir. Buna tepki olarak hadislere karşı sert bir reaksiyon ortaya çıkmaktadır. Bu da ya çoğu hadisin reddedilmesine ya da hadis inkarına yol açabilmektedir.
Aslında Batıda da öyle olmamış mıdır? Bilim tarihine bakalım. Bir hastalık ortaya çıkıyor ve bu hastalığın sebebi bilinmediğinden olaya metafizik bir boyut katılıyor; hastalık ancak cadılar eliyle, büyüyle giderilmeye çalışılıyordu. Ancak sonradan anlaşılıyor ki, bu hastalığın sebebi maddidir ve büyü ile falan ilgisi yoktur. Haliyle tedavisi de maddi olacaktır. Böyle olunca bilim, metafiziğe dayanan tüm tedavi yöntemlerini reddediyor. Belki bilimin maksadı kendi sınırlarını aşıp bütün bir metafiziği reddetmek olmasa da maalesef ortaya konulan tavır metafiziğin reddedilmesi ile sonuçlanıyor.
Tarihten bir örnek verip Mutezileye bakalım. Mutezilenin çıktığı ortama baktığımızda insanın tüm fiillerini yani kötülük yapsa da zulüm yapsa da tüm fiillerini Allah’a isnat etme gibi bir yaklaşım vardı. Bazı Emevi yöneticilerinin tavırlarını hatırlayalım. Bu durum insanın iradesini ve sorumluluğunu ortadan kaldırıyordu. Mutezile insana sorumluluk yüklemek istedi ve insan kendi fiillerini kendi yaratır, dedi. Burada maksat metafiziksel bir tartışma yapmak değil, pratikte olana ahlaki bir çözüm üretmekti. Zira ortada sıcak bir tartışma ve sıcak eylemler vardı ve buna çözüm bulunmalıydı. Mutezile burada yaratmayı insana nispet etmekle iki fail, iki yaratıcı ispat etmek gibi bir amacı yoktu. Amacı insana sorumluluk yüklemekti. Bu, tepkisel yaklaşım olduğundan dolayı maalesef sanki iki fail, iki yaratıcı kabul ediyormuş gibi bir durum ortaya çıktı. Onun içindir ki Mutezile mecusilere benzetilmiştir. Mutezileyi bu görüşünden dolayı eleştirmek veya mecusilere benzetmek biraz haksızlık olur, ama maalesef bu görüşleri böyle bir durumun ortaya çıkmasına da sebep olmuştur. Çünkü onların maksadı iki fail ispat etmek değil, insanın fiillerinden sorumlu olduğunu vurgulamak idi.
Mutezilenin iman-amel ilişkisi konusunda söyledikleri de bununla ilgiliydi. Onlar ameli imanın bir parçası yaptılar. Bu sebeple bir günah işleyip tövbe etmeyenin de ebedi cehennemde kalacağını söylediler. Çünkü toplumda Mürcie denilen bir grup vardı ve bunlar ameli bütünüyle savsaklıyordu. Kur’an, iman ve salih ameli bir bütün kabul ettiğine göre ameli savsaklayan bu görüşe bir dur denmeliydi. Mürcie’nin bu aşırı görüşüne tepki olarak diğer bir aşırı görüş ortaya konmuş oldu. Asıl maksatları toplumda ahlaki olarak ortaya çıkan zafiyete karşı bir tedbir almak olsa da iş sonuçta metafizik bir boyut kazanmış oldu. Metafizik boyutu şudur: Herkes hak ettiği şeyi ahirette bulmalıdır. Günah işlediyse ve tövbe etmediyse bunun hak ettiği şey ebedi cehennemdir. Bu, Allah’ın adil olmasının da bir gereğidir. Allah böyle kimselerin cehenneme gireceğini söylemiştir. Allah sözünden caymaz. Aslında mesele önceden ahlaki olarak ortaya çıkmış, acil bir soruna çözüm bulunmak istenmiş, ama sonradan metafizik bir probleme dönüşmüştür.
Hal böyle olunca Müslümanlar bazen aşırı uçlarda dolaşır olmuştur. Yaşadığımız krizler, sorunların acil çözüm beklemesi, olaylara tepkisel yaklaşım aşırı sonuçlara varmayı besliyordu. O zaman denilebilir ki, ortaya çıkan sorunlara bütün boyutlarını dikkate alarak serinkanlı ve soğukkanlı yaklaşmak gerekiyor.
İlk Yorumu Siz Yapın