İçeriğe geç

BİR METİN TENKİDİ ÖRNEĞİ: ALLAH ZALİMİ AFFEDECEK Mİ? KUL HAKLARI ALLAH’IN AFFINA DAHİL MİDİR?

Hemen akla “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse hakkında bağışlar.” (Nisa, 48) ayeti gelebilir. Bu ayete göre insan, “Allah kul haklarını da, haksızlıkları da affedebilir” diye düşünülebilir. Ayrıca aşağıda nakledeceğimiz hadisin de bu ayeti desteklediği söylenebilir. İşte hadis:

عَبْدُ اللَّهِ بْنُ كِنَانَةَ بْنِ عَبَّاسِ بْنِ مِرْدَاسٍ السُّلَمِيُّ، أَنَّ أَبَاهُ، أَخْبَرَهُ عَنْ أَبِيهِ، أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ دَعَا لِأُمَّتِهِ عَشِيَّةَ عَرَفَةَ، بِالْمَغْفِرَةِ فَأُجِيبَ:  إِنِّي قَدْ غَفَرْتُ لَهُمْ، مَا خَلَا الظَّالِمَ، فَإِنِّي آخُذُ لِلْمَظْلُومِ مِنْهُ قَالَ:  أَيْ رَبِّ إِنْ شِئْتَ أَعْطَيْتَ الْمَظْلُومَ مِنَ الْجَنَّةِ، وَغَفَرْتَ لِلظَّالِمِ فَلَمْ يُجَبْ عَشِيَّتَهُ، فَلَمَّا أَصْبَحَ بِالْمُزْدَلِفَةِ، أَعَادَ الدُّعَاءَ، فَأُجِيبَ إِلَى مَا سَأَلَ، قَالَ: فَضَحِكَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، أَوْ قَالَ تَبَسَّمَ، فَقَالَ لَهُ أَبُو بَكْرٍ وَعُمَرُ: بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي إِنَّ هَذِهِ لَسَاعَةٌ مَا كُنْتَ تَضْحَكُ فِيهَا، فَمَا الَّذِي أَضْحَكَكَ؟ أَضْحَكَ اللَّهُ سِنَّكَ قَالَ:  إِنَّ عَدُوَّ اللَّهِ إِبْلِيسَ، لَمَّا عَلِمَ أَنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ، قَدِ اسْتَجَابَ دُعَائِي، وَغَفَرَ لِأُمَّتِي أَخَذَ التُّرَابَ، فَجَعَلَ يَحْثُوهُ عَلَى رَأْسِهِ، وَيَدْعُو بِالْوَيْلِ وَالثُّبُورِ، فَأَضْحَكَنِي مَا رَأَيْتُ مِنْ جَزَعِهِ

Abdullah b. Kinâne b. Abbâs b. Mirdâs es-Sülemî babası yoluyla dedesi Abbas’dan şöyle nakletti:

Nebî (s.a.v.), Arefe günü akşamında ümmeti için bağışlanma diledi. Bunun üzerine kendisine, “Ben onları bağışladım; ancak zalim hariç. Çünkü ben, mazlumun hakkını ondan alacağım.” denildi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.), “Ey Rabbim! Dilersen mazluma cennetten (hakkını) verirsin ve zalimi bağışlarsın.” dedi. Ancak o akşam duasına cevap verilmedi. Sabah olduğunda Müzdelife’de tekrar dua etti ve duasına icabet edildi.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) güldü veya tebessüm etti. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir ve Ömer, “Anam babam sana feda olsun! Bu, senin genellikle gülmediğin bir saattir. Seni güldüren nedir? Allah seni sevindirsin!” dediler. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Allah’ın düşmanı İblis, Allah Azze ve Celle’nin benim duamı kabul ettiğini ve ümmetimi bağışladığını anlayınca toprağı avuçlayıp başına saçmaya ve perişan bir şekilde feryat etmeye başladı. Onun bu hâlini görünce güldüm.”

Ayet o kadar açık değil, en azından zalim veya günahkârı Allah’a havale ediyor. O kadar. Ama hadis zalimin bağışlanacağı konusunda çok açık! Fakat yine de açık olmayan noktalar var: Tevbe edip hakları iade etmese dahi mi bağışlanacak zalim? Yoksa bu hadis tevbe edip helalleşenlerle mi ilgili? İkinci şık olsa bağışlanmaktan bahsetmenin anlamı olmazdı. zira böyle olan herkes bağışlanır zaten. Acaba bu, zalim olsa dahi mü’min ise ebedi cehennemde kalamayacağının bir ifadesi mi? Yani bağışlanma azabı tattıktan sonra cennete girmekle mi ilgili? Hadisin zahiri zalimin bağışlanabileceği ve cennete gireceğini ima ediyor. Onun için izaha muhtaç! Çünkü biliyoruz ki, zalimin bağışlanmayacağı, kul haklarının affedilmeyeceğine, helalleşilmesi gerektiğine dair pek çok nas var. Hac bile, şehitlik bile kul haklarının affedilmesine sebep olmuyor. Sadece bir ayet ve bir hadis zikredelim:

“Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.” (Nisa, 10)

“Kimin yanında kardeşinin vakar ve onurunu sarsacak cinsten veya kıymeti bulunan bir şeyden zulüm ve haksızlık ile elde edilmiş bir hak varsa, altın ve gümüşün bulunmayacağı gün gelmeden önce bugün, dünyada iken helâlleşsin. Yoksa sâlih ameli varsa, haksızlığı kadar alınır, hak sahibine verilir. Şayet hasenatı yoksa hak sahibinin günahları alınır, onun üzerine yüklenir.” (Buhari, Mezalim, 10, Rikak, 48)

O zaman bu hadisi biraz ele almakta fayda var. Sırayla gidelim:

  1. Hadisi, bu lafızlarla İbn Mace (hd. no. 3013) nakletmiştir. Ebu Davud’da çok muhatsar olarak geçmektedir (hd. no. 5234). Buharî et-Tarihu’l-kebir’inde, Ebu Ya’la, Müsned’inde (hd. no. 1578) nakletmiştir.
  2. Hadisin sıhhatine gelince, ilginçtir, oldukça farklı hükümler ortaya konulmuştur.

İbnu’l-Cevzî gibi uydurma diyenler vardır.

İbn Hacer gibi bu hükmü ağır görüp zayıf diyenler vardır. Buharî’ye göre de hadis sahih değildir.

Şahitleri olduğunu söyleyip hasen diyenler de vardır.

Şahit olarak gösterilen rivayet şöyledir:

Taberânî, “el-Evsat” adlı eserinde Ubâde b. Sâmit’den şu hadisi rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Sen Beyt-i Atîk’e (Kâbe’ye) yöneldiğinde, ne sen ne de bineğin bir adım atıp bir adım kaldırmazsınız ki, bu sana bir sevap olarak yazılmasın ve derecen yükseltilmesin. Arafat’ta durmana gelince; Allah Azze ve Celle, meleklerine şöyle buyurur: ‘Ey meleklerim! Kullarımı buraya getiren nedir?’ Melekler der ki: ‘Senin rızanı ve cennetini arzulamak için geldiler.’ Bunun üzerine Allah Azze ve Celle şöyle buyurur: ‘Ben kendimi ve yarattıklarımı şahit tutarım ki, onları bağışladım. Günahları, zamanın günleri ve ‘Âlic kumları’ kadar bile olsa (affettim).’ Cemrelere taş atmana gelince; Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:
“Hiç kimse, yaptıklarına karşılık kendisi için saklanan göz aydınlıklarını bilemez.” (Secde, 17) Başını tıraş etmene gelince; saçından yere düşen her bir tel, kıyamet günü senin için bir nur olacaktır. Veda tavafına gelince; sen, annenin seni doğurduğu gün gibi (günahlardan arınmış olarak) çıkarsın.”

Şu haliyle sıhhat açısından hadisin oldukça problemli olduğunu söylemek mümkündür.

Ayrıca hadisteki bağışlanmayı da mutlak değil, “kul hakları hariç” şeklinde anlamak mümkündür. Aynı şekilde Nisa suresindeki affı da “kul hakları hariç” şeklinde anlamanın mümkün olduğu gibi… Ancak bu yeterli değil! Zira rivayette Peygamberimiz’in, “Ey Rabbim! Dilersen mazluma cennetten (hakkını) verirsin ve zalimi bağışlarsın.” dediği geçmektedir.  Oysa başka hadislerde ödeşme farklı şekillerde olacaktır. Mesela;

“Kimin uhdesinde (bir din) kardeşinin nefsine, yahud malına tecavüzden doğan bir hak bulunursa, dinar ve dirhem bulunmayan (kıyamet gün gelmez)den evvel bu gün dünyada mazlumdan o hakkı helâl etmesini istesin (yoksa) zâlimin salih ameli bulunursa o amelden zâlimin zulmü miktarınca alınır (da mazluma verilir). Eğer zâlimin hasenâtı bulunmazsa, mazlumun seyyiâtından alınıp, zâlim olana yükletilir” (Buhârî, Mezâlim 10, Rikâk 48)

Böyle bir ödeşme varken, mazluma cennetten güzel lütuflar bahşedip zalimi affetmek mümkün müdür? Elbette Allah isterse her şey olur. Ama Allah, onca ayet ve hadis varken, zalimi, tevbe etmeden, pişman olmadan, hakkını iade etmeden ahirete intikal etmesi halinde affetmesi mümkün olabilir mi?

Peki ne olacak, nasıl anlayacağız?

  1. Önce bir karşılaştırma yapalım: Şöyle bir hadis var: “Ümmetim, merhamete uğramış bir ümmettir. Ahirette azap görmeyecektir. Onun azabı/cezası, dünyada başına gelen fitneler/ağır imtihanlar, depremler, masum yere öldürülmeler gibi felaketler şeklinde verilir.” (Ebu Davud, Fiten, 7)

Çoğu alim, bu hadisi te’vil etmeye çalışırken Buharî, et-Tarihu’l-kebir’de bu hadisi illetli kabul etmiş ve reddetmiştir. Çünkü ona göre bu hadis şefaatle ilgili hadislere terstir. Şefaatle ilgili hadisler hem çok açık hem de daha çok kimse tarafından nakledilmiştir.

Mevzu bahis hadis de bu hadise benzemektedir. Dolayısıyla Buharî’nin dediği gibi hadisin zulmü reddeden ayetlere, ayrıca helalleşmekle ilgili hadislere ters olduğunu ve illet taşıdığını söylemek mümkündür. Ayetler çok açık; hadisler ise hem açık hem de daha çok ravi tarafından nakledilmiştir.

  1. Şimdi ulema ne demiş, ona bakalım:

Beyhakî, bu hadisi rivayet ettikten sonra “bu hadisi te’yid eden hadisler vardır. Şevahid durumundaki hadisler sahih iseler bu hadis delil sayılır. Aksi takdirde şöyle söylenir: Allah Teâlâ, şirk, yani zatına or­tak koşma günahını bağışlamaz. Bunun dışında kalan günahları dilediği kulları için bağışlar. Zulümler ise şirk günahı dışındadır.”

Görüldüğü gibi bizim düşündüğümüz yorumu, ihtiyatla birlikte Beyhakî de yapmıştır. Bu şu demektir: Evet, Allah zalimi, kul hakları ödendikten sonra affedecektir, inşallah. Ve bu ödeşme dünyada olacaktır. Ahirette ödeşme olacaksa da bu, her kul için mi bu geçerlidir? Allah’ın sevdiği bir kul vardır, ama o kulun üzerinde bazı kul hakları da vardır. Ama ortada bir zalim vardır. Ve Allah zalimleri sevmez. Bu zalimle digger üzerinde az da olsa belli belirsiz kul hakkı olan insan bir midir? Allah, mazluma cennetten lutufda bulunup bu zalimi niye affetsin? Böyle bir şey olcaksa bu durum dünyada ahlaki yaşantıyı zora sokmaz mı? Buna sonda değineceğim.

Bu, bana katilin tevbesi makbul mudur meselesini hatırlattı. Sadece İbn Abbas’a göre makbul değildir. Yani katil ebedi cehennemdedir. Oysa çoğu alime gore tevbesi makbuldur. Dikkat edilirse burada tevbeden bahsediliyor. Tevbe etmemişse ne olacak diye hiç sorulmuyor. O zaman zalimin, tevbe edip helalleşmeden Allah’ın affına mazhar olması düşünülebilir mi?!

  1. Münâvî, “Feyzu’l-Kadîr” (VI, 115) adlı eserinde şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)’in şu hadisi: “Kim Allah için hacceder, hac sırasında kötü söz ve günahlardan sakınırsa, annesinin onu doğurduğu günkü gibi (günahsız) döner.” Bu, günahlardan tamamen arınmayı ifade eder ve büyük günahları da kul haklarını da kapsar. Bu görüşü Kurtubî ve Kadı Iyâz kabul etmiştir. Ancak Taberî şöyle demiştir: “Bu hüküm, kul hakları konusunda tövbe etmiş ve hakkını ödemekten aciz kalmış olan kimse hakkında geçerlidir.”

Görüldüğü gibi farklı görüşler var. Fakat Taberî daha isabetli gibidir. Kişi, zalimlik yapmış, sonra pişman olmuş, helallik almak istemiş, ama bundan aciz kalmıştır. İşte böyle bir kişinin affa mazhar olması mümkündür.

  1. Tirmizî haccın günahları düşürmesiyle ilgili şöyle demiştir: “Bu hüküm, yalnızca Allah’a ait haklarla ilgili günahlarla sınırlıdır; kulların haklarıyla ilgili günahları kapsamaz. Ayrıca, hakkın kendisini düşürmez; örneğin, bir kimsenin kılmadığı namazlar varsa, hac onun geciktirme günahını düşürür, ancak kılınması gereken namazın borcunu ortadan kaldırmaz.”

Tirmizî, kul haklarını kapsam dışı bırakmış, bu bir yana Allah haklarıyla ilgili de bir şerh düşmüştür. Bu, önemli bir noktadır.

  1. Aliyyu’l-Karî, Mirkatu’l-mefatih’de şöyle demiştir: “Hadiste geçen ‘zalimin hakkından mazlum için alırım’ ifadesi şu anlamdadır: Bu alma, ya azapla olur ya da mazluma sevap verilerek gerçekleşir. Bu, Allah’ın adaletini ortaya koymak içindir.”

Bu da güzel bir açıklamadır. Zalim, zulmü miktarınca azabı çeker veya sevabı varsa onlardan alınıp hak sahibine verilir. Konuyla ilgili bir hadis de vardır:

Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v.):  “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashab: – Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler. Rasulullah (s.a.v.): “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekat sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnad ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir” buyurdular. (Müslim, Birr, 59; Tirmizî, Kıyamet, 2)

Sonuç olarak şunları söylemek mümkündür:

Hadis öyle görülüyor ki, delil olmaya uygun değildir. Bir an uygun olduğunu düşünsek bile manası zalimin her halükarda affedileceği değildir. Şayet zalim, ödeşmeden ahirete intikal ettiyse, ebedi cehennemde kalmayacağı anlamındadır. Ben hadisi böyle anlamak istiyorum ama bu, zorlama bir yorumdur. Zira hadisin zahiri mazluma cennetten hakkını verme karşılığında zalimin affedileceğini söylemektedir. Mü’min ise ebedi cehennemde kalamayacak olması başka bir konu; zulümlerinin cezasını çekmeden cennete girecek olması bambaşka bir konudur. Oysa ödeşme metinde de bahsettiğim gibi olmalıdır. Zalimin ödeyeceği bir şeyi yoksa yaptıklarının cezasını muhakkak çekecektir. Kısaca sevapları varsa hak sahibine verilecektir. Sevapları kalmadıysa hak sahibinin günahlarından ona yüklenecektir. Şayet hem Nisa suresindeki ayetin hem de bu hadisin zahirinin tüm günahların af kapsamına gireceği şeklinde anlaşılması gerektiği söylenecekse bu durumda “kul hakları hariç” sınırlaması yapmak kaçınılmazdır. Böyle yapmaz ve anlamazsak ne olur?

  1. Adalet algısı zayıflar

İslam’da adalet temel bir ilkedir. Eğer kul hakları da Allah tarafından herhangi bir hesap görülmeden affedilirse, bu adalet ilkesini zayıflatır. Zira mazlumun hakkı teslim edilmeden zalimin affedilmesi, mazluma haksızlık olur.

  1. Zulme teşvik olur ve sorumluluk bilinci zayıflar

Eğer zalimler, yaptıkları haksızlıkların ahirette de sorgusuz sualsiz affedileceğine inanırlarsa, bu durum onları zulümden uzaklaştırmaz. Hatta insanlarda “Nasıl olsa affediliriz” düşüncesi oluşabilir. Bu da bireysel ve toplumsal olarak zulmün artmasına sebep olabilir.

  1. Mazlumun hakkı gasp edilmiş olur

Mazlumun hakkı, onun izni olmadan bağışlanırsa, mazluma haksızlık edilmiş olur. Oysa İslam’a göre mazlumun rızası olmadan hakkı affedilmez. Eğer Allah doğrudan affedecekse, bu mazlumun mağduriyetini gideren bir şekilde olmalıdır. Aksi hâlde mazlum, ahirette hakkını nasıl alacaktır?

  1. Dua ve tövbenin etkisi kalkar

Zalim bir kimse tövbe edip mazlumdan helallik almazsa ama yine de affedileceğine inanırsa, bu, tövbenin gerektirdiği vicdani muhasebe ve kul hakkını ödeme sorumluluğunu ortadan kaldırabilir. Bu ise İslam’ın tövbeye yüklediği anlamı boşa çıkarır.

  1. Ahirette adaletin gerçekleşmemesi düşüncesi yaygınlaşır

İslam’a göre ahiret, dünyada gerçekleşmeyen adaletin tam anlamıyla yerini bulduğu yerdir. Eğer zalimler mazlumların rızası olmadan affedilirse, ahiret bir adalet yurdu olmaktan çıkar. Bu da ahiretin hikmetine aykırıdır.

İslam’da Allah’ın affediciliği geniştir, ancak kul hakkı doğrudan affedilmez. Çünkü bu, yalnızca Allah ile kul arasındaki bir mesele değil, başka insanların hakkıyla da ilgilidir. Eğer “Allah kul haklarını da sorgusuz sualsiz affeder” anlayışı benimsenirse, adalet zayıflar, zulüm artar, mazlum hakkını alamaz ve ahirette adaletin gerçekleşeceği inancı sarsılır. Bu yüzden İslam’da kul haklarının ancak mazlumun rızasıyla affedileceği esası korunmalıdır.

Kategori:Yazılar

Tek Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir