İçeriğe geç

HANEFİLERİN BAZEN SAHABE İCMAINI NESHİN DAYANAĞI OLARAK DEĞERLENDİRMELERİNİ NASIL ANLAMAK LAZIM?

Tahavî’yi okurken verdiği örnekler böyle bir konuyu sesli düşünce kabilinden yazmaya beni sevketti. Önce Tahavî’nin ne dediğine bakalım. Tahavî, üç talakla ilgili Hz. Ömer döneminde oluşan icma ile ilgili şöyle demiştir: “Hz. Ömer, üç talakla ilgili sözlerini söylemiş, ashaptan hiç kimse de ona itiraz etmemiş, karşı bir delil ortaya koymamıştır. Böylelikle bu durum, bu hususta bundan önce yapılagelenin nesh edildiğine dair en büyük delili ihtiva etmektedir. Onların nakil ile gelmiş bir husus üzerinde bu icmaları yanılmadan ve yanlışlıktan uzak olduğu gibi aynı şekilde onların bir görüş üzerinde icma etmeleri de yanılmadan ve yanlışlıktan uzaktır. Bizler Resûlullah döneminde bir takım hususların bazı şekillerde olduğunu, ondan sonra ashabının ise bunları bu şekillerden farklı bir hale getirdiğini biliyoruz. Dolayısıyla onların bu yaptıkları ondan önceki hali nesheden bir delil olur. Divanların oluşturulması, ümmü’l-veledlerin satışının yasaklanması, içki haddinin belirlenmesi bu kabildendir.” (Bk. Şerhu ma’ani’l-asâr, IV, 452)Tahavî, üç talakla birlikte konuya dört örnek vermiş oluyor. Ben buna müellefe-i kulubu da ekliyeyim, örnekler beş olsun. Tahavî, yukarıdaki metinde çok önemli bir ayırımı tespit ediyor.

1. Nakil üzerinde icma

2. Görüş üzerinde icma.

Burada “görüş”ü muhtemelen Tahavî, ictihad olarak anlamıştır. Ancak lafız veya bir ibarenin ne manaya geldiği konusunda nas üzerinde yapılan ictihadların ittifak etmesi ile Peygamber döneminde var olup sonradan farklı bir uygulama üzerinde icma edilmesinin farklı değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Birinde lafız müşkil, kapalı veya birkaç manaya muhtemeldir. Elimizde Peygamberden gelen herhangi bir rivayet de yoktur. Sahabe o lafzın hangi manaya geldiğinde icma etmiştir. Bu, elbette bağlayıcıdır. Ama diğer örnekte Peygamber döneminde bir uygulama var, hatta Hz. Ebu Bekir döneminde de bir uygulama var. Hz. Ömer döneminde uygulama değişiyor. Bir uygulama üzerinde birleşiliyor. Tahavî bu durumu çelişki gördüğü için nesh yöntemine baş vuruyor. Bu, “görüş” üzerinde icma etmek midir? Hayır, kanaatim odur ki, bu, “maslahat” üzerinde icma etmektir. Hz. Ömer, kendi döneminin ihtiyaçları açısından ashabı topluyor, bir kararda ittifak ediyorlar. Belli ki, bu ittifak, dönemin ihtiyaçlarına ve Müslümanların maslahatına yöneliktir. Bu ittifakı önceki uygulamaları nesheden bir delil olarak görmek mümkün müdür? Bana göre değildir. Örneklere bakarsak;

Divanların toplanması tamamen dönemin ihtiyaçları ile alakalıdır. Mesele ganimet, cizye ve haraç vergileri nasıl dağıtılacaktır? Hz. Peygamber ve Ebu Bekir dönemlerinde bir divan yoktu. Gelirler artınca Hz. Ömer bir divan kurulmasını, isimlerin oraya yazılarak tespit edilmesini öngörüyor. Bu, tamamen ihtiyaçlarla alakalı bir şeydir. Önemli olan burada gayedir. İçki cezası olarak Hz. Peygamber döneminde ayakkabıyla dövme, 40 celde uygulandı. Hz. Ebu Bekir 40 celde uyguladı. Hz. Ömer döneminde 80 celde tespit edildi. Hz. Ömer’in 80 celde cezası neden diğerlerini neshetmiş olsun?! Belli ki, Hz. Peygamber döneminde bir netlik yoktu. Demek ki, devlet başkanı uygun gördüğü bir cezayı uygulayabilirdi. Sonra gelen devlet başkanları da farklı cezalar verebilir. O zaman maslahat değişirse ceza da değişir. Demek ki, içki cezası diğer had cezaları gibi değildir. İlginçtir, Hz. Ali de şöyle demiştir: “Peygamber (s.a.v.) içki cezası olarak kırk 40 sopa vurdu. Ebu Bekir de 40 vurdu. Ömer ise 80’e iblağ etti. Hepsi de sünnettir.” (Müslim, Hudud, 1702; Ebu Davud, Hudud, 36)Ümmü’l-veledlerin satışına gelince Hz. Ömer’den önce efendisinden çocuk doğuran kadının (cariye) satılmayacağı, miras bırakılamayacağı ve başka birine verilemeyeceği yönünde uygulamada kesinlik ve netlik yok iken Hz. Ömer hilafete geldiğinde ümmü’l-veledin satışını kesin olarak yasaklamıştır. Onun bu tasarrufu toplum tarafından güzel bulundu ve kabul edildi. Zira onun maksadı iyiydi. Çünkü o bununla Hz. Peygamber’in temel hedeflerinden biri olan köleliğin ilgasına yönelik bir adım atmıştı. Dolayısıyla bu değişiklik Hz. Peygamber’in sünnetinin ruhuna uygundu. Dolayısıyla burada da bir neshten bahsetmek mümkün değildir. Maksat bir uygulamadan arzu edilen iyileştirmeyi gerçekleştirmektir. Üç talak konusu da böyledir. Hz. Ömer zamanında söz konusu olan ihtiyaca binaen üç talakın geçerli olduğu kabul edilmiştir. Bu, önceki uygulamanın neshedildiği anlamına gelmez. Bu durumlar bize şu gerçeği de hatırlatır: Allah ve Resulunun kesin farz veya haram kılmadığı konularda toplumun ve Müslümanların ihtiyaç ve maslahatlarına göre yeniden düzenlemeler yapılabilir.

Son olarak müellefe-i kulub da böyledir. Zekâtın sarf yerlerinden biri de Müellefe-i Kulub’tur. Müellefe-i Kulub’a zekattan pay vermek farz değildir. Farz olan sekiz gruptan birine vermektir. Hz. Ömer Hz. Peygamber’in Müellefe-i Kulûb’a zekâttan pay vermesini zorunlu bir uygulama değil o sırada bu insanların kalplerini İslam’a meylettirmeye dönük geçici bir amel olarak gördü. Hz. Ömer hilafete geldiğinde İslam dini güce eriştiği için‚ “artık kimseye müslüman olması için bir şey vermeyeceğiz, isteyen iman eder isteyen etmez” diyerek Müellefe-i Kulub’a pay verilmesini kaldırmıştır. Hz. Ömer’in bu kararı hiçbir şartta artık verilmez anlamında değildir, ihtiyaç hâsıl olduğunda yani İslam devleti ve toplumun menfaati söz konusu ise yine pay verilebilir.

Sonuç olarak denilebilir ki, sahabenin icmaı çok önemli olmakla birlikte onların her icmasının var olan bir hükmü neshettiğini söylemek mümkün değildir. Zira bu hükümler arasında uzlaştırılamayacak şekilde bir çelişki yoktur. Ayrıca nesh görüşünü kabul edebilmek için Hz. Peygamber’in döneminde buna delalet edecek bir delilin olması da gerekir. Diğer taraftan Hanefilerden Tahavî’nin belirttiği bu görüşü Maturidî, “ictihadla nesh” olarak ifade etmiştir. Bu görüşle Maturidî, tarihselcilerin gözdesi olmuştur! Oysa ilim ehline yakışan bir alimin görüşünü mutlaklaştırmak değil, ona eleştirel yaklaşabilmektir. Burada tam tersi olmaktadır. Eleştiri kültürünü yüceltenler iş eleştiriye geldiğinde tam tersi eleştirmeden, anlamadan olayı kabullenmektedir. Bu bir yana Maturidî’nin sözünde de tarihselcilere malzeme olacak bir şey yoktur. Çünkü Maturidî, “bir mana”dan dolayı Hz. Ömer böyle yapmıştır, demektedir. Mana dediği şey illettir. İllet kalkınca hüküm de kalkar. Ama burada problem bazı Hanefilerin bu olayı ebedî bir hüküm olarak kabul etmeleridir. Eleştirilecekse bu tavır eleştirilmelidir.

Kategori:Yazılar

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir