Böyle bir yazıyı neden kaleme aldım? İbnu’l-Kayyım’ın Miftahu dâri’s-sa’ade adlı eserini okudum. İlmin şeref ve üstünlüğünü anlattığı geniş bir bölüm var. İlmin şeref ve üstünlüğünü tam 129 delille ortaya koyar. Bu delillerin hepsi birbirinden güzel, ancak benim bir delil dikkatimi çekti. İlmin “sultan”la ilişkisi… Buradan kalbime bazı düşünceler doğdu.
“Bilginin güç olduğu” söyleminin Batı tarihine ait olduğunu biliyorduk. Peki ilmin “sultan”la ilişkisi ne demekti? Yoksa çok daha önceleri İslam tarihinde de bilginin güç olduğunu söyleyenler var mıydı? Varsa ne kastediliyordu? İşte bu düşünceler beni bu iki tarihi kısa da olsa incelemeye sevketti. Bu münasebetle önce Batı tarihini kısaca özetleyeceğim, sonra İbnu’l-Kayyım’dan ilgili bölümü nakledip bir değerlendirme ile bitireceğim.
İbnu’l-Kayyım’ın vefat tarihi 1350… Burada kısaca bahsedeceğim Francis Bacon’unki ise 1626… Bu, aklımızda olsun.
Kısa bir gezinti…
Francis Bacon’ın 1597 yılında Meditationes Sacrae adlı eserinde dile getirdiği “Nam et ipsa scientia potestas est (Bilgi güçtür)” ifadesi, modern bilimin epistemolojik temellerinden biri olarak kabul edilmektedir. Bu söylem, tarihsel bağlamda doğa yasalarının keşfiyle insanın doğa üzerindeki hâkimiyetini güçlendirme amacına hizmet etmiştir. İnsan doğaya ancak onu bilerek hükmedebilir. Bacon bu ifadeyle, insanın doğayı ve olayları anlayarak onları kontrol etme kapasitesini kazanacağını ve bunun gerçek gücü oluşturacağını vurgulamıştır. Yani bilgi, doğa yasalarını anlamak ve onları kullanarak insanlığın hâkimiyetini artırmak için bir araçtır. Bu, “bilgi güçtür” ilkesinin metodolojik ve bilimsel temellendirilmesidir.
Günümüzde ise teknoloji çağında bu söz, farklı, ama klasik söylemin özünü taşıyan bir boyut kazanmış; bilgi, yalnızca doğaya egemen olma aracından çıkarak, ekonomik, siyasi ve kültürel alanlarda belirleyici bir güç haline gelmiştir.
Teknoloji çağında bilgi, somut üretim araçlarından bağımsız olarak ekonomik değer üretmektedir. Veri, yazılım, yapay zekâ algoritmaları ve bilgi işleme kapasitesi, günümüz ekonomisinin temel itici gücüdür. Bu bağlamda “bilgi güçtür” söylemi, bilgiye sahip olan şirketlerin ve devletlerin küresel ölçekte iktisadi üstünlük sağlamalarını açıklayan bir ilkeye dönüşmüştür. Google, Amazon, Meta, Twitter gibi şirketler, sahip oldukları veri işleme gücü sayesinde çağdaş kapitalizmin en güçlü aktörleri haline gelmiştir.
Michel Foucault’nun vurguladığı üzere bilgi ve iktidar birbirinden ayrılmaz. Teknoloji çağında bu durum, özellikle gözetim toplumlarında açıkça görülmektedir. Devletler ve büyük teknoloji şirketleri, toplumsal davranışları takip ve yönlendirmek için bilgiye başvurmakta; bireylerin tercihleri, alışkanlıkları ve sosyal ilişkileri büyük veri analizi aracılığıyla izlenebilir hale gelmektedir. Bu durumda bilgi, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bir güç aracı olarak da işlev görmektedir.
Teknoloji çağında bilgi, bireylerin sosyal sermayesi ve toplumsal hareketlerin dönüştürücü dinamiği olarak da kullanılmaktadır. Sosyal medya platformları, doğru bilginin olduğu kadar yanlış bilginin de hızla yayılmasına aracılık etmektedir. Bu bağlamda “bilgi güçtür” söylemi, hakikati temsil eden bilginin demokratikleşmeye katkısını vurgularken, aynı zamanda dezenformasyonun da bir iktidar aracı olabileceğini göstermektedir.
“Bilgi güçtür” söylemi, teknoloji çağında yeni anlamlar kazanmıştır. Bacon’ın doğa bilimleriyle sınırlı epistemolojik çerçevesi, bugün dijitalleşmiş ekonomi, siyasal gözetim ve toplumsal hareketler alanında yeniden yorumlanmaktadır. Bilgiye sahip olmak, yalnızca doğayı değil, insan topluluklarını, kültürel yönelimleri ve bireysel davranışları da şekillendirme gücü sağlamaktadır. Dolayısıyla teknoloji çağında bu söylem, hem özgürleştirici bir potansiyeli (bilginin demokratikleşmesi) hem de otoriter bir riski (bilginin tekelleşmesi ve gözetim aracı haline gelmesi) içinde barındırmaktadır.
Bu, Batıdaki tarihsel bağlam… Şimdi gelelim İslam tarihine ve İbnu’l-Kayyım’a… Önce metin:
“Yüce Allah, ilmi delil ile ‘sultan’ adını vermiştir. İbn Abbas şöyle demiştir: ‘Kur’an’daki bütün Sultan kelimeleri delil anlamındadır. Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi: ‘Allah evlat edindi dediler. O, bundan münezzehtir. O, hiçbir şeye muhtaç olmayandır. Göklerde ve yerde ne varsa onundur. Elinizde buna dair hiçbir sultan yoktur. Allah’a karşı bilmeyeceğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?’ (Yunus, 68) Yani sizin söylediğinize dair yanınızda herhangi bir delil yoktur. Bu, ancak bilgisizce Allah hakkında söylenen bir sözdür.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘onlar, ancak sizin ve atalarınızın adlandırdığı ve Allah’ın kendileri hakkında hiçbir sultan indirmediği bir takım isimlerden ibarettir.’ (Necm, 23) Yani Allah onlara dair herhangi bir hüccet, bir burhan, delil indirmemiştir. Aksine bunlar atalarınızın ve sizin asılsız olarak uydurduğunuz iddialardan ibarettir.
Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Yoksa apaçık bir sultanınız mi var? Doğru söyleyenler iseniz kitabınızı getirin.’ (Saffat, 106) Yani sizin apaçık bir deliliniz mi var? Eğer iddianızda doğru söyleyen kimselerseniz haydi onu getirin.
Yalnız bir yerde anlamı hakkında ihtilaf edilmiştir ki o da yüce Allah’ın şu buyruğudur: ‘Çünkü malımın bana faydası olmadı. Sultanım da beni bırakıp gitti.’ Burada bununla kudret ve mülkün kastedildiği söylenmiştir. Yani elimden malın ve mülküm gitti. Şimdi ne bir malım var ne de bir saltanatım. Bunun asıl anlamı ile kullanıldığı da söylenmiştir. Yani artık delil sürecek imkanım kalmadı ve delilim çürüdü. Dolayısıyla artık lehime bir delil yoktur.
Anlatılmak istenene gelince, Yüce Allah, kesin delil düzeyindeki ilme ‘sultan’ adını vermiştir. Çünkü bu, delile sahip olanın bir saltanatının, bir gücünün ve iktidarının olmasını gerektirir. Böyle bir delil ile onun cahillere karşı bir saltanatı bulunur. Hatta ilmin sultanı, elin yani güç ve kudretin saltanatından daha büyüktür. Bundan dolayı insanların, bilek gücünden çok, delilin gücüne boyun eğdiklerini görüyoruz. Çünkü kalpler delillere uyar ama bilek gücüne yalnızca beden itaat eder. Delil, kalbi esir alır, onu arkasına takıp götürür ve muhalefet edeni alçaltır. İnat edip delile karşı büyüklük tasladığını ortaya koyacak olsa bile kalbiyle ona boyun eğer, kalbi onun önünde zelil düşer. Saltanatının gücü altında kahredilmiş olur. Hatta makam ve mevki, saltanatı ile birlikte -eğer yönetim ve siyaset ilmi yoksa- bu da yırtıcı hayvanların, aslanların ve benzerlerinin saltanatı konumunda olur. İlimsiz ve merhametsiz bir Kudret halinde kalır. Oysa delilin gücü, saltanatı; ilim, merhamet ve hikmet ile birlikte bulunan bir kudrettir. İlminde bir iktidar sahibi olmayan kimse ya delilinin ve sultanının zayıflığından ya da bilek ve kılıç saltanatının onu kahretmesinden dolayı bu haldedir. Yoksa delil, kendisini destekler, güçlendirir, batıla üstünlük sağlar ve batılı kahreder.” (Miftahu dâri’s-sa’ade, s. 143-144)
Görüldüğü gibi İbnu’l-Kayyım tarafından kesin bilgi düzeyindeki delil, “sultan” olarak adlandırılmıştır. Çünkü delil, sahibine iktidar ve güç kazandırır. Yukarıda, lafızları az ama manası yüksek olan metinde nelerin önplana çıktığını madde madde kaydedelim:
- Bilgi = Delil = Meşruiyet
İbnu’l-Kayyım, Kur’an’daki “sultan” kavramını “delil” ile özdeşleştiriyor. Bu, İslam düşüncesinde bilginin yalnızca zihinsel bir birikim değil, aynı zamanda meşruiyet kaynağı olduğunu gösterir. Yani İslam’da hakikat iddiasının değeri, delile (burhan, hüccet) dayanmasına bağlıdır.
- Bilginin Gücü Bedensel Güçten Üstündür
Metinde “kalpler delile boyun eğer, bedenler bilek gücüne” ifadesi öne çıkıyor. Bu, İslam’ın bilgiye yaklaşımında bilginin ruh ve kalp üzerindeki dönüştürücü gücünü ön plana çıkarır. İslam düşüncesi, salt kuvvetten ziyade ikna, burhan ve hikmetle galebe çalmayı üstün görür.
- Bilgi, Ahlak ve Hikmetle Birleşmelidir
İbnu’l-Kayyım, “ilim ve hikmet olmadan saltanat yırtıcı hayvanların gücü gibidir” diyerek kaba kuvveti değersizleştiriyor. Burada bilgi, sadece bir araç değil, ahlaki ve hikmetli kullanım gerektiren bir emanet olarak görülüyor. Bu, İslam’ın bilgiye yaklaşımında ahlak–ilim bütünlüğünü yansıtır.
- Bilgi, Hakikati Üstün Kılar
Delil, sahibini destekler, batıla galip getirir. Yani bilgi, hak–batıl ayrımında hakikati ortaya çıkaran bir güçtür. Bu, İslam epistemolojisinde bilginin gayesinin salt “iktidar” değil, hakikatin tesisi olduğunu gösterir.
- Bilginin Kalbi Esir Alması
Delil karşısında kişi kibirle dirense bile kalbi teslim olur. Bu, bilginin İslam’da yalnızca akla değil, kalbe ve vicdana nüfuz eden bir otorite olarak görüldüğünü gösterir. İslam epistemolojisinde bilgi, sadece rasyonel değil, ruhani ve varoluşsal bir etkiye sahiptir.
- Bilgisizlik ve Kaba Kuvvet Eleştirisi
İbnu’l-Kayyım, delilsiz gücü “yırtıcı hayvanların saltanatı”na benzetiyor. Bu, İslam’da bilgisizce kullanılan gücün meşruiyetsiz ve zalim görüldüğünü ortaya koyar. Dolayısıyla bilgi, adaletin ve meşru otoritenin temelidir.
- Merhamet
İbnu’l-Kayyım’a göre bilgi merhametten kopuk olamaz. Merhamet, bilginin topluma yansıyan yönüdür; bilgili insan başkasına şefkat gösterir. Peygamber’in ilmi merhametle birleştiği için ümmete rahmet olmuştur. Merhametsiz bilgi, zarar verici ve istismara açık hale gelir.
- Hikmet
Hikmet, bilginin en yüksek şeklidir. Hikmet, bilgiyi, doğru yerde, doğru zamanda, doğru şekilde kullanmaktır. İbnu’l-Kayyım için hikmet, hem teorik bilginin hem de pratik yönlendirmenin doruk noktasıdır. Hikmet, ilmin hayata yön veren, ahlaka dönüşen şeklidir. Hikmetsiz bilgi ya israf olur ya da insanı fitneye sürükler.
- İlmin Gayesi: Hidayet ve Allah’a Yakınlık
İlim, insanı Allah’a yaklaştırmak içindir. İlim-hidayet ilişkisi: Gerçek bilgi insanı doğru yola yöneltir. Dolayısıyla bilgi, dünyevî kudret değil, uhrevî kurtuluş ve ilahi yakınlık vesilesidir.
Şimdi Baconcı “Knowledge is power” söylemi ile İbnu’l-Kayyım’ın “ilim, sultandır” görüşünü temel iddiaları açısından karşılaştıralım:
Baconcı “Knowledge is power” söyleminde;
- Bilgi (özellikle deneysel, ölçülebilir, yeniden üretilebilir bilginin) doğaya egemenlik ve etkin müdahale imkânı sağlar; bilgi, güç üretir.
- Bilginin değeri onun işe yararlığı ve doğa üzerinde kontrol kapasitesi ile ölçülür.
- Bilgi, bilgi teknolojilerine, bilimsel yöntem ve teknik uzmanlık, modern iktidar biçimlerinin (bürokrasi, devlet-gücü, ekonomik hegemonya) temel araçlarına dönüşür.
İbnu’l-Kayyım’ın “ilim, sultandır” görüşünde;
- Kur’ânî “sultan” sözcüğü sıklıkla “delil/hüccet” anlamında kullanılır; kesin delile sahip olmak kişiye kalpler üzerinde hâkimiyet ve meşruiyet sağlar.
- Bilgi vahiy-temelli olup onun değeri, hakikati açığa çıkarması (hidayet) ve kalpleri dönüştürme gücüne dayanır.
- Bilginin hakiki değeri hikmet (doğru kullanma) ve merhametle birleşmesine bağlıdır; aksi hâlde güç, kaba kuvvet olarak sapar.
Sonuç olarak denilebilir ki, Batı’daki “knowledge is power” ve İbnu’l-Kayyım’ın “ʼilm = sultan (delil)” söylemleri iki medeniyetin bilgiye yüklediği anlamların merkezî bir özeti gibidir. Her iki yaklaşım da bilginin doğrudan bir iktidar kaynağı olduğunu kabul eder; fakat farklı amaçlara ve farklı meşruiyet anlayışlarına yönelir. Batı’da Bacon ile somutlaşan “knowledge is power”, bilgiyi doğaya ve topluma hükmetmenin, üretim ilişkilerini dönüştürmenin ve teknik ilerleme yoluyla iktidar kurmanın aracı olarak görür. Burada bilginin değeri, fayda ve kontrol kapasitesiyle ölçülür. Buna karşılık İbnu’l-Kayyım’ın “ilim sultandır” tasavvuru, bilginin kalpleri ikna eden, hakikati ortaya çıkaran, merhamet ve hikmetle birleştiğinde meşru hâle gelen bir güç olduğunu vurgular. Bu yaklaşımda bilginin değeri, hakikate sadakati ve ahlaki dönüşüm sağlayıcı niteliğinden gelir.
Çağdaş dünyada bu iki anlayışın gerilimi çok daha görünür hâle gelmiştir. Teknoloji çağında bilgi, veri ve algoritmalar üzerinden küresel güç ilişkilerini şekillendirirken, aynı zamanda etik boşluklar ve sorumluluk sorunları üretmektedir. Gözetim teknolojileri, yapay zekâ, biyo-genetik uygulamalar, bilgi-iktidar ilişkisini Baconcı çizgide en ileri noktaya taşımış; fakat etik ve insani sınırların zayıflığı, ciddi toplumsal riskler doğurmuştur. Bu bağlamda İbnu’l-Kayyım’ın bilgiye dair “hikmet ve merhamet” şartı, modern bilgi kullanımına yön verecek güçlü bir düzeltici ilke olarak öne çıkmaktadır.
O halde günümüzde ne salt Batı’daki araçsal bilgi anlayışı ne de salt normatif-dini yaklaşımın tek başına yeterli olduğu söylenemez. İhtiyaç duyulan şey, her iki geleneğin en güçlü yanlarını birleştiren bir sentezdir: Ampirik doğruluk ve teknik etkinliği temel alan, fakat aynı zamanda merhamet, hikmet ve adaletle sınırlandırılan bir bilgi anlayışı. Böyle bir yaklaşım, bilginin tahakküm aracı olmasını engellerken, insanı ve toplumu hakikate, hidayete ve adil bir düzene yöneltebilir. Bilginin gelecekte nasıl bir güç olacağı, büyük ölçüde bu sentezi kurma başarımıza bağlıdır.
İlk Yorumu Siz Yapın