İçeriğe geç

İSLAMCILIĞIN RUHU – İSLAMCILIĞIN UYGULAMASI

Elbette İslamcılıkla ilgili bir yığın tartışma vardır. Burada onları ele almak mümkün değildir. Ancak başlıktaki meramımı anlatabilmek için kısaca İslamcılığın ne olduğu üzerinde durmak gerekir. Şu kadarını burada ifade edelim: İslâmcılığın doktriner bütünlük ifade eden bir tanımı olmasa da gazete, dergi ve bazı risâlelerde ortaya çıkan İslâmcı fikriyatın genel çerçevesini inanç, ibadet, ahlâk, felsefe, idare, siyaset, iktisat, hukuk, eğitim alanlarında İslâm’ı bütün bir hayat nizamı olarak yeniden hâkim kılarak müslümanları medenîleştirme; İslâm dünyasını geri kalmışlıktan, Batı hâkimiyetinden, zalim ve müstebit idarecilerle keyfî yönetimlerden kurtarma; dinî düşünceyi taklit, hurafe ve bid‘atlardan arındırma gibi XIX. yüzyıl İslâm dünyasının başka coğrafyalarında da görülen ıslah, tecdid, ihya vb. kavramlarla ifade edilen dinî, siyasî, ilmî çözüm arayışları veya bu arayışları ihtiva eden bir fikir hareketi şeklinde özetlemek mümkündür. Said Halim Paşa’ya göre İslâmlaşmak demek İslâmiyet’in inanç, ahlâk, yaşayış ve siyasete ait esaslarının tam olarak uygulanması demektir. (DİA. “İslamcılık” maddesi) Burada üzerinde duracağım husus ise “her yönüyle bir hayat nizamı olarak İslam’ı yeniden hakim kılmak”la ilgilidir. İslam’ı hayata hakim kılmanın dinî, siyasî, ilmî, eğitimsel yöntemleri olabilir. Ancak takdir edilir ki, İslam’ı hayata hakim kılmanın en etkin yöntemi ister istemez siyasal olanıdır. Burada daha ziyade siyasal olan İslamcılığın toplumsal yansımalarını bahis konusu etmek niyetindeyim.

Şurası muhakkaktır ki, “İslamcılık, öldü, bitti” şeklinde ne kadar tartışma yapılırsa yapılsın, belki şekil ve yöntem değiştirerek İslamcı bir damar Türk siyasetinde her zaman var olagelmiştir. Bugünkü iktidar bir takım gömlekleri çıkardığını ifade etse, İslamcılık etiketini pek kabul etmese dahi (tanımlama muhafazakâr demokratlık şeklindedir) onunla ilgili algı bundan çok da farklı değil. Hem yurt dışında hem de yurt içinde böyle… Algı çoğu kere tanımların önünden gider…  

İşte bu yazıda maksadım siyasal olanla ilişkisi bakımından İslamcılığın bugünkü halini tahlil etmektir. Kişilere odaklanmadan (ister istemez kişi ve kurumlar bundan payını alacaktır) ama kişilerin de içinde yer aldığı zihniyet halinin bir panoramasını ortaya koymaya çalışacağım. Burada ifade edeceğim hususlar tamamen bana ait sesli düşüncelerdir. Mevcut duruma eleştirel bir yaklaşımdır. Olumlu ve güzel şeylerin olduğunu bilmek ve teslim etmekle birlikte bu eleştiri damarının kaybolmaması , tek dileğimdir.

Kanaatim odur ki, İslamcılığın ruhu ile uygulaması farklı cereyan etmektedir. Bunu tahlil edebilmek için Taha Abdurrrahman’dan bir tasnifi ödünç alacağım: Modernliğin Ruhu ve Modernliğin uygulaması. Ancak bu tasnifi de, mutlak değil, revize ederek kullanacağım. O zaman önce bu tasnifle neyin kastedildiğini ortaya koymamız gerekir.

Taha’ya göre “şey”lerin gerçekliği/uygulaması ile ruhunu birbirinden ayırmak gerekir. Zira ruh, gerçekliğin uygulamayı mümkün kılan ilke ve değerler bütünüdür. Buna uygun bir biçimde modernlikten bir olgu ve gerçeklik olarak değil, değerler bütünü olarak söz etmek gerekir. Modernlik olgu ve uygulaması halı hazırda vardır, bunu inkar edemeyiz. Biz buna bağlanmışız, onu taklid ediyor, ondan aktarımlarda bulunuyoruz. Fakat bu mevcut gerçekliği taklid etmek, bizi beklenen modernliğe ulaştırmaz. Taklidi değil de daha yaratıcı olan modernliğe ulaşmak ve var olan gerçekliği aşmak için modernliğin ilke ve değerlerinden, kısaca ruhundan hareket etmeliyiz. Peki modernliğin ruhu nedir, gerçekliği nedir? Modernliğin ruhu şu üç ilkede kendi açığa vurur:

1. Rüşd ilkesi: Bu, düşüncenin üzerinde hiçbir vesayet kabul etmemek demektir.

2. Eleştiri ilkesi: Bu, her bir fikre itiraz edilebileceğini ortaya koyar.

3. Kapsamlılık/evrensellik ilkesi: Bu, modernliğin belirli bir topluma ve belirli bir zamana hasredilmeyeceğini gösterir.

Bir de modernliğin uygulaması vardır. Taha’ya göre bunlar bir taraftan modernliğin tarifine de yansımıştır. Ancak gerçek modernlik, yani modernliğin ruhu bunlar değildir. Modernliğin gerçeklik veya uygulaması dediğimiz unsurları nelerdir? Şunlar:

1. Akılcılık

2. Sekülerlik

3. Bireycilik

4. Din ve siyasetin ayrılması

5. Din ve bilimin ayrılması vs.

İnsanlar çoğu kere ruh ve uygulamayı birbirine karıştırmakta, ruh yerine uygulamayı kendine adapte etmektedir. Oysa esas olan ruhtur. Ruhun, sınırsız uygulamaları olabilir. Bu çerçevede tek tip bir modernlikten değil, çoğul modernliklerden bahsetmek mümkündür. Uygulamada çoğulluk inkarı mümkün olmayan bir şeydir. Batı modernliğinin kendisi bile birçok modernlik türünü meydana getirmiştir. Alman, Fransız veya Anglosakson modernliği birbirinden uygulamada farklıdır. İşte bizler de İslamî modernlik hikayemizi bu ilke ve ruh üzerine kurmamız gerekir. Bu ilkeler ve ruhtan hareket ettiğimiz zaman Batıdaki modernlik uygulamaları ile çatışmamız sorun olmaz. Çatışsak dahi biz yine moderniz. Zira önemli olan modernliğin ruhuna bağlı olmaktır. Bizi zamana taşıyan ve zamanda tutan da bu ruhtur.

Taha’nın bu ayırımıyla ilgili ilk bakışta şunu söylemeliyim: Ayırım aslında modernitenin ruhu ve modernistlerin uygulaması şeklinde olmalıdır. Zira modernitenin ruhu evrenseldir ve herkes bunu paylaşabilmektedir. Uygulama eleştiri konusu ise o zaman bu moderniteye ait değil, moderniste ait demektir. Dolayısıyla aynı şeyi başlığa çektiğimiz “İslamcılığın ruhu-İslamcılığın uygulaması” için de söyleyebiliriz. Doğru olan “İslamcıların uygulaması”dır. Aksi takdirde çelişki olur. Ancak İslamcının ruhtan bağımsız tezahür eden farklı uygulamaları çelişki değil, sapma olarak değerlendirilebilir. Bu durumda başlığı bu ayrımı dikkate alarak düşünmemiz gerekir.

Taha’nın bu ayrımının ne kadar tutarlı olup olmadığı da ayrı bir konudur. Ruh ve ilkelerin bu kadar keskin birbirinden bağımsız olmalarının mümkün olup olmadığı elbette tartışılabilir. Nitekim Hallaq tarafından tartışılmıştır da… Ve Hallaq, ruhun uygulamadan bağımsız olamayacağı yönünde tavır koymuştur. Konumuz bu değil, ancak biz ruh ve uygulamanın birbirinden bağımsız olduğunda ve birbirine bağımlı olduğunda nasıl bir manzara ortaya çıkardığını İslamcılık üzerinden görmeye çalışacağız. İslamcılık uygulamalarını çok soyut tartışmanın anlamı yoktur. Bugün pratiğe bakacağız. Pratiğin İslamcılık açısından kritiği de oldukça tartışmalı bir meseledir. Bununla birlikte sadece yukarıdaki tasnif açısından bir bakış açısı geliştirmeye çalışacağız:

Buna göre İslamcılığın ruhu nedir, gerçekliği/uygulaması nedir?

Ruhu olarak şunları tespit edebiliriz:

1. Tevhid

2. Adalet

3. Özgürlük

4. Eşitlik

5. Kardeşlik

6. Merhamet

7. Paylaşmak/yardımlaşmak

8. Zulme ve haksızlığa karşı olmak

9. Anti Batıcılık

10. Anti Emperyalizm

11. Anti Sekülarizm, Dindarlık kalitesini artırma

İslamcılığın (tabii aslında buna ister kabul etsinler ister etmesinler “İslamcılar”ın demek daha uygundur) uygulamaları olarak neler sayılabilir? Şunlar:

1. Ayasofya’nın açılması

2. Başörtüsünün serbest bırakılması

3. İmam Hatiplerin sayısının artırılması

4. İlahiyat Fakültelerinin artırılması

5. Liselere seçmeli din dersi konulması

6. İsraile karşı tavır

7. Dünya beşten büyüktür

8. Devletin katılım bankası açması v. dğr.

Burada sivil kuruluşların merhamet, yardımlaşma, paylaşma olarak kabul edebileceğimiz uygulamalarını saymıyoruz. Zira onlar adı üstünde sivil.

Bunlar olumlu sayılabilecek hususlar. Bir de negatif uygulamalar var:

1. Haksızlıklar

2. Hukuksuzluklar

3. Adaletsizlikler

4. Yolsuzluklar

5. Özgürlüğe aykırı bazı uygulamalar

6. Liyakatı esas almayan uygulamalar

7. Aileye yönelik bazı sıkıntılı kanunlar

8. Üniversite-vakıf kapatmalar (her iki tarafın da kabahatı olmakla birlikte)

9. Bir kişiye 3-4 yerden ücret bağlamalar

10. Bazen kişiye özel kanunlar çıkarmalar

11. İmar planlarından rant devşirmek

12. Dünyevileşme vs.

Bunların somut örnekler var. Ancak maksadımız bu örnekleri yazıp onlar üzerinde durmak değil. Bu tabloda dikkat çeken ilk şey çelişkilerdir. Hem olumlu sayılabilecek hem de olumsuz sayılabilecek gelişmeler bir aradadır. Böyle bir çelişkiler tablosu nasıl ortaya çıkmaktadır? Değişen ne? Değişime etki eden sebepler neler? Bunun sosyo-psikolojik tahlillerinin de yapılması gerekir. Ancak konumuz o değil.

Tabii siyaset arenası bir bütün olarak bu olumsuzlukları taşımıyor, şüphesiz çok iyi şeyler de olmaktadır, ancak bu olumsuzlukların varlığı da bir gerçek. Şimdi ruh ve uygulamayı iki açıdan ele alalım:

1. Ruh ve uygulama birbirinden bağımsızdır. Şayet bu seçenek doğruysa ruh ve uygulamanın birbirine aykırı olmasında bir sakınca yoktur. Bu durumda ruha aykırı olan uygulamalar araçsal olarak meşru kılınacak demektir. Ruh ve uygulama birbirinden bağımsız ise bir taraftan anti-Batıcı bir tavrı; diğer taraftan İstanbul Sözleşmesi ‘ni anlamak mümkün hale gelebilecektir. Ruh ve uygulama birbirinden bağımsız ise bir taraftan cihadı, mücahidi yani dindarlık için mücadeleyi, dindar gençlik söylemini anlamak; diğer taraftan ise müteahhit beslemeyi, rantları, dindar nesil adına herhangi bir gelişmenin olmadığını anlamak mümkün olacaktır. Yani şunu demek istiyorum: Şayet ruh, uygulamaya yansımayacaksa haksızlık veya yolsuzluk vs. amaca giden yolda araç konumunda olacaktır. Bu ise olaya Müslümanca bakıldığında ahlakî bir tavır olmayacaktır. Dahası ahlakiliğin kaybı olacaktır.

2. Ruh ve uygulama birbirine bağımlıdır. Bu seçenek doğruysa –ki, doğrudur- o halde uygulamaların bununla uyumu tartışma konusu olacaktır. Yukarıdaki örneklere baktığımızda bir kısmının ruhla irtibatlı olduğunu ama önemli bir kısmının bu ruha aykırı olduğunu görüyoruz.

Bu durumda şu soruları sormak kaçınılmaz olmaktadır:

Mevcut İslamcılık ruhla uygulama arasını ayırmakta mıdır?

Mevcut İslamcılık dinle siyaset arasını ayırmakta mıdır?

Mevcut İslamcılık ahlakla siyaset arasını ayırmakta mıdır?

Ayırmıyorsa niçin bu uygulamalar var?

Mevcut İslamcılık, ruhu, uygulamaya yansıtmak istemekte ama yansıtamamakta mıdır?

Mevcut İslamcılık uygulamada farklı davranarak gönül alma düşüncesiyle mi politika yapmaktadır?

Mevcut İslamcılık farklı uygulamalarıyla ruhu kirletmekte midir?

Mevut İslamcılığın uygulamalarına bakarak İslamcılığın ruhundan uzaklaştığını söylemek mümkün müdür?

Mevcut İslamcılık ruhu araçsallaştırmakta mıdır?

Mevcut İslamcılık bazı pozitif uygulamalarla ruhu mu örtmektedir? Ya da şöyle diyelim: Şekilsel uygulamalar bazı gerçeklerin gözden kaybolmasına mı sebep olmaktadır?

Mevcut İslamcılık aslında ne yapmak istemektedir? Mevcut İslamcılık aslında “İslamcılık” değil midir? Nedir?

İslamcılığın ruhuna ve uygulamasına baktığımızda net kararların verilmesi zor gözükmektedir. Zira uygulamada iyi şeyler de kötü şeyler de olmaktadır. Ama bu zıtlıklar ruh kökeni söz konusu olduğunda kafaları karmakarışık etmektedir. Ancak bu noktada şunları vurgulayarak bitirmek istiyorum:

İslamcılığın ruhunu dikkate aldığımızda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Bu ruh, haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe ve yolsuzluğa izin vermez. Bu durumda bir tarafta ruhun izin vermediği, ruha aykırı uygulamalar; diğer tarafta Ayasofya’nın açılması ve diğer niceliksel sayılabilecek uygulamalar… Bu tablo İslamcılığı, İslamcılığın hedeflerini, ideallerini yansıtır mı? İslamcılık birbirine zıt uygulamaları aynı tabloda birleştirebilir mi? Birleştiriyorsa bir yerlerde sorun var mıdır, yok mudur? Bu ruh saf arı ise birbirine zıt iki uygulama şeklinde tecelli edebilir mi? Etmez, etmemeli… O halde bir yerlerde sorun var. Ya ruhta… Ya uygulamada… Ve bana göre asıl sorun ruhun çoktan kaybedilmesinde…

Bir de şöyle düşünelim: Ayasofyanın açılmadığı, bazı niceliksel artışların olmadığı ama haksızlığın, adaletsizliğin ve yolsuzluğun sıfıra yaklaştırıldığı bir örgütlenme tarzı mı daha İslamîdir yoksa haksızlıkların, adaletsizliklerin ve yolsuzlukların olduğu ama Ayasofyanın açıldığı, niceliksel bazı dini konularda artışın olduğu örgütlenme tarzı mı?? Hedefleri realize etmek bakımından hangisi İslamcılığın daha otantik bir resmini bize verir? Elbette laik bir toplumda İslamcılığın uygulanmasından bahsediyoruz. Tabii ki, zorlukları olacaktır. Ancak bu zorluklar İslamcılığın bazı uygulamalarını ertelese, ötelese dahi ruhunu asla ertelememelidir. Şurası bir gerçek ki, ruh, uygulamaya yansımazsa, uygulama ruhun aksine olursa ruhun kirlenmesi ve amaçların araçsallaştırılması kaçınılmaz olur. Yukarıda sayılan olumsuz hususları bir Sol zihniyet yapmış olsaydı herhalde yer yerinden oynardı!! Ne diyelim; bu durumda bundan kim kazançlı çıkar? Bu durumda bundan kendini öyle kabul etsin veya etmesin kısa vadede dahi olsa İslamcı kazançlı çıkabilir ama İslamcılık kesinlikle kazançlı çıkmaz.

Şunu ifade etmeden geçmek olmaz: Denilebilir ki, burada ileri sürülen tezler, hayal mahsuludur ve bir çırpıda çökmeye mahkumdur. Nedir o? Bir kere “mevcut İslamcılık” diye bir şey yoktur! O, senin hayal mahsulundur! Kimse İslamcılık iddiasında bulunmuyor! Evet, iş böyleyse, doğrudur. O zaman iş daha vahim! İslamcılık öldü de kimsenin haberi yok, demektir. Ayrıca her dindar vatandaşın, mevcut durumu yönetenlerin İslamcı veya İslamî ideallerinin olmadığını bilmek istemesi en tabii hakkıdır. Nasıl bilecek? Orası bizi yönetenlerin yöntemlerine kalmış! Yine denilebilir ki, İslamcılık diye bir şey yok! Muhafazakâr demokratlık vardır. Evet, bu da doğru, ancak uygulamaya bakıldığında, anlaşılan o ki,  ne muhafazakârlık ne de demokratlık kalmıştır! Bu belki keskin bir ifadedir. Ancak uygulamalara bakıldığında olumsuz örneklerin gitgide artması bizi böyle düşünmeye sevketmektedir.

Burada bir endişemi dile getirmeden edemeyeceğim:  İbn Teymiye der ki: “İnsanların çoğunun yönetim makamında bozulmalarının yegane sebebi mal ve başkanlık sevdasına düşmeleridir. Yönetim erkinin ve servetin bütünüyle Allah yoluna tahsis edilmesi hem dini işlerin hem de dünyevî işlerin yolunda gitmesini sağlar. Buna karşılık yönetim ve dinin birbirinden ayrılması toplumsal düzeni bozar. Yönetim kademesinde bulunanların çoğu, idarî yetkilerini dinin taleplerine tahsis etmek yerine mal ve üstünlük tutkusu ardından gittiği için insanlarda ‘idarî yetki ile dindarlık uyuşamaz’ kanısı oluşmuştur.” (Bk. Soner Duman, İbn Teymiye’nin Fıkıh Düşüncesi, s. 86) Tâ o zamanlarda bu tespitler oldukça dikkate değerdir. Demek ki, yönetim kademesinde bulunanların heva u heveslerine kapılarak İslam dışı uygulamaları ve bu tarzın rutin hale gelmesi insanlarda yönetim ve dindarlığın bir arada olamayacağına dair bir anlayışın gelişmesine sebep olmaktadır.  Bu tıpkı parayı yönetemeyen, diğer tabirle ekonomik faaliyetlerinde haksızlık yapan, zulum yapan, yolsuzluk yapan Müslümanların arttığı bir toplumda “para ile iman bir arada olmaz” şeklinde bir algının gelişmesine zemin hazırlamak gibidir. Bu durumda insanlar din ile devletin; ekonomi ile dinin ayrılmasını talep etmeye başlarlar. Batıda olan da bundan farklı değildir. O halde gerçekte bizim uygulamalarımız çok ilginçtir, insanlarda laiklik anlayışının gelişmesine de zemin hazırlamış olmaktadır. Yani İslamcılık, İslamcılığı yıkmaya çalışmakta, insanların zihninde laiklik veya sekülerleşme yönünde bir algının oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Bu, İslamî ideal ve örnekliklerin topluma hakim olmasını isteyen İslamcılık ve ona inanan Müslümanlar açısından endişe verici değil mi?

Her zaman demişimdir, yine de demek istiyorum: Günümüz İslamcılığı ancak ahlakı içselleştirip pratiğe yansıtmakla başarılı olabilir. Üstünlüğü bilim ve teknoloji ile (şimdilik) sağlayamayacağımıza göre (ki, bu da aslında ikinci sırada gelir) onu ancak bizi biz yapan ahlakî değerlerimize sarılmakla gerçekleştireceğiz. Şu anda ahlakî üstünlüğümüzü kaybetmiş durumundayız. Ahlakî üstünlüğümüzü kaybettiğimizde Ayasofyayı açmak veya dünyaya meydan okumak fazla anlamlı olmayacaktır. Aksine bu uygulama veya söylemler ahlakî üstünlüğümüz olmadığı müddetçe bir şeyleri örtmenin gerekçesi dahi sayılabilecektir. Ahlak, her yönüyle temsil edilir bir surette ortaya konulduğunda gönüller fethedilir. Müslümanlar başı dik gezer. Ahlak, burada geniş anlamdadır. Devlette, ekonomide, okulda, evde, sokakta, beşerî ilişkilerde ahlak…  Bunlardan ahlakı çekip alırsanız devlet, ekonomi ve diğerlerinin içini boşaltmış oluruz. Bunlar ancak ahlak ile ayakta durur ve sürdürülebilir. Adalet de bu yönüyle esasen ahlakın bir yansımasıdır. İşte bu ahlakı siyasette, ekonomide, toplumda, sokakta açığa çıkarabildiğimiz oranda İslamcılık olarak hem toplumumuza hem de dünyaya sözümüz ve eylemimiz var demektir. Aksi takdirde İslamcılığın içi boşaltılmış olacaktır. Bedeni olan ama ruhu yok edilen bir mekaniğe dönüşür İslamcılık. Bu durumda belki “günü kurtaran” olabiliriz, ama geleceğe dair tüm ümitlerimizi de yitirmiş oluruz.

Kategori:Yazılar

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir