Allah’ın birliği, tevhid gibi bir konu… Bir Kelam kitabında tevhid niye anlatılır? Öğrencilerin tevhid şuuruna ermesi için mi yoksa bir takım felsefî spekülasyonlara kurban olması için mi? Kelam ders kitabını değerlendirmeye devam ediyoruz:
Yeni duyduğumuz bir kavramdan başlanılır. İlahiyat lisans öğrencisine sunulan piyasada mevcut inanç esaslarından biri şu: Henoteizm. İlgi maddenin yazarı (Şaban Ali Düzgün), teizm, politeizm, monetizm, agnostizm gibi inançları tanıtır.Henoteizm ise politeizm ve monoteizm karışımı bir düşünce. Yani şu demek: Çok sayıda tanrının varlığını kabul etmekle birlikte tek yüce bir tanrıyı da kabul edip ona ibadet etmeyi öngören bir düşünce. Peki diyeceksiniz ki, tanıtıyor, ne var bunda? Hayır, tanıtmakla kalmıyor. Şöyle diyor: “Birçok düşünür İbrahimî gelenekte var olan ‘insanlığın, başından beri monoteist olduğu’ önkabulunden hareketle henoteizmin monoteizmin önaşaması olarak görülmesini reddettikleri bilinmektedir. Ancak insan zihninin gelişmesine paralel olarak hakikatle birebir örtüşen bir Allah tasavvurunun gelişiminde de aşamalar olması doğal karşılanmalıdır. Etrafında gördüğü herşeye bir anlam yüklemesi, doğasının gereği olan insanın, tabiattaki varlıklara yanlış anlamlar yükleyerek onları tanrılaştırması da bir vakıadır.” (s. 203)
Bu pasaja dikkat edelim. Kafa karmakarışık… İnsanlık başından beri monoteist… Hatta monoteizmi tanıtırken diyor ki; “İlk insanın aynı zamanda bir peygamber olarak kabul edilmesi, bu iddiayı doğrulamaktadır.” (s. 202) İlk insanın peygamber olduğunu “iddia” ile sunmayı geçiyorum!! Şayet durum buysa s. 203’deki ifadelere ne demeli? İbrahimî gelenek, henoteizmi reddediyor. Buraya kadar mesele yok. Fakat tam burada bir “ancak” kelimesi geliyor. Ne demek “ancak”? İbrahimî gelenekten farklı şeyler söylenecek besbelli! Nedir bunlar? Biri bana Allah için “Ancak insan zihninin gelişmesine paralel olarak hakikatle birebir örtüşen bir Allah tasavvurunun gelişiminde de aşamalar olması doğal karşılanmalıdır.” ifadesinden ne kastedildiğini açıklasın!! Benim anladığım şu: Hakiki bir Allah tasavvuruna varmak için insan zihni gelişme göstermekte. Bakın işte! İnsanlar tabiattaki varlıklara yanlış anlamlar yüklüyorlar… Gök gürültüsünden korkan insan onu tanrılaştırıyor. Ama sonradan gök gürültüsünün tanrı olamayacağını anlıyor. O zaman gelişme şöyle oluyor: Önce politeist bir inanç, sonra monoteizm veya tevhid. Bu, batı tarzı bir izah olabilir, ama Kur’an’ın tarih anlayışına uyuyor mu?
Yazar şuna karar vermelidir: İnsanlığın başlangıcında önce monoteizm mi vardı, politeizm mi? İlk insan ilk peygamber midir ve dolayısıyla şirk veya küfür sonradan mı ortaya çıkmıştır? Yoksa önce şirk ve küfür vardı da insan tevhide sonradan mı ulaşmıştır? Kendi adıma söylersem benim bile kafam karıştı!! Bir lisans talebesi bununla sahih bir inanç sahibi nasıl olacak?
Yazar, hemen ardından bakın ne diyor: “Dinsel gelişim aşamalarının kabul edilmesi, monoteizmin, tarihin başından beri etkin olan ana inanç damarı olduğu fikriyle çatışıyor olarak görülmemelidir. Fıtrat olarak insanlar monoteist eğilimlidir, ama bu fıtratın bozularak farklı inançlara sapıldığı da tarihsel bir gerçektir.” Yazarın en anlaşılır ifadesi son cümle. Tekrar edelim: “Fıtrat olarak insanlar monoteist eğilimlidir, ama bu fıtratın bozularak farklı inançlara sapıldığı da tarihsel bir gerçektir.” Tam da doğru olan cümle bu. Çünkü biz Kur’an’a inanıyoruz, Allah’a inanıyoruz. Onlardan öğrendiğimiz hakikat bu. Demek ki, monoteizm başından beri var. Ancak tevhid inancına şirk bulaştırılmış, paganizm ortaya çıkmıştır.
Doğru cümle bu olması tamam da, dinî gelişim aşamasının monoteizm ile çatışmaması ne demek? Bu, doğru mu? Eğer, önce monoteizm – sonra politeizm şeklinde bir sapma varsa bu anlaşılabilir. O zaman buna “gelişim” mi denir sorusuyla karşılaşırız. Bu gelişim midir, sapma mıdır? Hemen altta beyan ettiği gibi sapmadır. O zaman niye dinî gelişimden bahsediyor?
Yazarın kafası karışık olduğu için –muhtemelen batılı kitapların çok okunmasından kaynaklanıyordur- bizim de kafamızı karıştırmaktadır. Bizim karışsın önemli değil de daha inancın i’sini bilmeyen genç neslimize bunlar nasıl öğretilebilir?! Bizim inancımıza göre ilk insan ilk peygamberdir. Tevhid ile görevlendirilmiştir. Sonradan insanoğlu sapmalar yaşamaktadır. Burada politeizm ortaya çıkmaktadır. Hatta henoteizm de ortaya çıkmaktadır. Yani ya çok tanrıcılık ya da tek tanrı inancı ile karışık çok tanrıcılık. Ama bunların hepsi birer sapmadır.
Bitmedi, yazarımız ilginç şeyler söylemeye devam ediyor. Şöyle diyor: İbrahim’e kadar varlıklara, somut anlamlarının dışında bir anlam yüklenememiştir. Yıldız sadece yıldız olarak görülmüş, kendi reel gerçekliğinin ötesinde bir varlığa işaret edecek simgesel değeri keşfedilemediği için insanın öteleri kavrama kudreti perdelenmiştir. İkinci olarak bu somut varlıklar adlandırılmaya başlanınca da yanlış anlamlar yüklenmiştir. Bu kez de yıldız, yıldız olmaktan çıkarılmış, tapılan bir nesneye dönüştürülmüştür. (s. 208)
Metinde “insan” diyor, genelliyor. Kafir, müşrik demiyor. Sanki İbrahim’e kadar eşyanın ötesini kavrayan yok gibi anlatılıyor. O zaman sorulur: İbrahim’den önce başka peygamber yok muydu? O peygamberlere inanan mü’minler yok muydu? Varsa “İbrahim’e kadar insanın öteleri kavrama kudreti perdelenmiştir” denilebilir mi?
Devam ediyor: İbrahim’e kadar insan-insan, insan-doğa ilişkisini aşamayan Ademoğlu, İbrahim’le birlikte kavramsal zeka gelişimini tamamlayarak metafiziği, yani insan-Allah ilişkisini kavrayabilecek bir bilinç düzeyine yükselmiştir. Bu bilinç düzeyi, isimlerin içini kelimelerle doldurmayı, isimleri birer delil olarak kullanabilmeyi ve sonuç olarak somut dünyanın ötesine uzanabilmeyi mümkün kılmıştır. Bunu sağlamak üzere İbrahim’e önce kelimeler verilmiş, ardından da delilli düşünme tarzını geliştirmiştir. Allah şöyle buyurur: Bir vakit İbrahim’i Rabbi kelimelerle sınadı. O, onların gereğini yerine getirince “ben seni bütün insanlara önder yapacağım” buyurdu. (Bakara, 124)
Ben mi yanlış anlıyorum, bu satırlar insanın ilkellikten gelişmişliğe doğru yol aldığını ifade etmiyor mu? Evet, İbrahim zamanında bir akıl yürütme olayı var. Bunu o dönemin şartlarına mı bağlamak lazım (yani tıp, edebiyat gibi her peygamberin zamanında olan gelişmelere) yoksa Ademoğlunun kavramsal zeka gelişimini tamamlamasına mı? Bu bir yana ayette geçen “kelimeler” ne demektir? Eğer kelimelerin verilmesi ile delilli düşünce arasında ilişki varsa Allah sadece İbrahim’e kelime vermemiştir. İlk insana bu “kelimeler”i vermiştir: “Şeytan oradan onların ayağını kaydırdı da bulundukları yerden onları çıkardı. Biz de “Birbirinize düşman olmak üzere inin! Bir zamana kadar sizin için orada yerleşecek bir yer ve ihtiyaç maddeleri vardır” dedik. Bunun üzerine Âdem rabbinden bazı kelimeler aldı (bunlarla tövbe etti); rabbi de onun tövbesini kabul buyurdu. Şüphesiz O, tövbeleri kabul buyuran ve rahmeti sınırsız olandır.” (Bakara, 36-37)
Evet, Adem, Rabb’inden kelimeler aldı. Rabbi, İbrahim’i de kelimelerle sınadı. Nasıl? Allah’ın İbrâhim’i sınamak, imtihan etmek maksadıyla kendisine yönelttiği bildirilen “sözler”le (kelimât) ne kastedildiği hususunda tefsirlerde, sünnet olma konusu da dahil olmak üzere, çeşitli görüşler yer almaktadır. Bunlarla ilgili rivayetleri aktaran Taberî görüşlerini şöyle özetler: “Allah Teâlâ’nın İbrâhim’i denemesinin anlamı, bir imtihan olmak üzere ona, kendine farz kıldığı görevleri ve buyruklarını bildirmesidir. Allah’ın İbrâhim’evahyettiği bir imtihan ve deneme olarak kendini, gereğini yerine getirmekle yükümlü kıldığı kelimeler bu görevler ve buyruklardır.” Dolayısıyla âyeti bu görev ve buyrukların sadece biri veya bir kısmıyla ilgili saymak isabetli olmaz. Çünkü ne burada ne de başka bir âyet veya hadiste buna imkân veren bir açıklama yer almaktadır. (Diyanet tefsiri)
Bitmedi, satırlar o kadar karmaşık ki, ne olduğunu anlayabilmek için bayağı bir ter dökmek gerekir. Bir yerde şöyle denilir: “Allah’ın peygamber göndermesindeki temel sebep tevhidi, aslî yapısına kavuşturma ve uğratıldığı bozulmayı düzeltmektir.” (s. 206) Demek ki, önce tevhid var, sonra bozulma… Ancak bu düşüncede istikamet korunamıyor. Hemen ardından şu cümleler kullanılabiliyor: “Tevhid, sadece gördüğüne inanan ve ilk değerlendirmeleri her zaman yüzeysel olan ilk dönemlerdeki insan zihninin gelişerek ulaştığı bir anlayış seviyesidir. Kozmosta olup biten her şeyi kanun ve kurallarıyla Tek bir kudretin iradesine bağlayabilmek her zihnin başarabileceği bir şey değildir. Bunun için insan zihninin bunu kavrayabilecek bir gelişim seyrini tamamlaması gerekiyordu.” (s. 207) Şimdi bu, ne demek? “İlk dönemlerdeki insan zihni” ne demek? İlkel insan mı? Buna Peygamber ve mü’minler de dahil mi? Eğer ilk insan içinde peygamber ve mü’minler varsa bunların zihni gelişmiş değil mi? Bunların tâ baştan tevhide ulaşmış değil mi? Zihinlerinin gelişmesine gerek var mı? Hocanın kafası mı karışık yoksa biz bu derin tahlilleri anlamıyor muyuz? Biz anlamakta zorlanıyorsak lisan öğrencisi bunu nasıl anlayacak? Hoca bu satırları yazarken bazı yerlerden kes yapıştır mı yapıyor ki, birbirini izleyen satırlarda kafaları karıştıracak çelişkiler ortaya çıkıyor?
Sonuç olarak yazar, lisans düzeyindeki öğrenciler için hazırlanmış Kelam kitabında zor ve ağır konuları işlemiştir. Zor ve ağır olması bir yana yanlış anlaşılmaya müsait bir anlatım tarzını da tercih etmiştir. Bu durum, meseleleri gençlerimiz için izah edilir kılmak değil, aksine kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
İlk Yorumu Siz Yapın