Geçmişte İslam felsefesinde bu mesele tartışılmış, peygambere ihtiyaç yoktur diyen bir takım fırkalara müslümanlar tarafından cevaplar verilmiştir.
Tartışma günümüzde bilimin çok şeye cevap vermesi sayesinde yeni bir boyut kazanmış, akıl, bilim ve hukuk bunları hallediyor, peygamberin ne katkısı var, diye mesele sorgulanır olmuştur. Dolayısıyla mesele yeni bir bakışla ve yeni örneklerle ele alınmak durumundadır.
Ben meseleye şu şekilde bakmak isterim:
İnsanlığın çeşitli ilişki ve durumları vardır. Mesela baba-evlat ilişkisi vardır. Öğretmen-öğrenci ilişkisi vardı. Devlet-vatandaş ilişkisi vardır. İnsanın evlat, öğrenci ve vatandaş olma dışında bir de insan olma durumu vardır. İnsan olduğunda onun ilişkisi kimin iledir? Bu bir varlık meselesidir. İnsan varoluş bakımından görünüş itibariyle sadece madde ile karşı karşıyadır. İnsanoğlunun dışında, atomlardan oluşan koskoca bir madde kütlesi var, başka da bir şey yoktur! O zaman biz insanoğlunun varoluşla ilişkisine insan-madde ilişkisi mi diyeceğiz? Yani insan sadece madde ile mi karşı karşıya kalacaktır? Madde ile mi ilişkilerini düzenleyecektir? Maddeyle mi ilgilenecek, maddeye mi kalben bağlanacaktır? Eğer saf madde ile ilişkilerini düzenleyecek ve ona bağlanacaksa, insanoğlu, kendi konumunu, insan olma konumunu düşürüyor ve alçaltıyor demektir. İnsan-madde ilişkisinde insan onurlu bir varlık, madde ise değildir. Çünkü madde irade ve bilinçten yoksundur. Haliyle madde, irade ve bilinç sahibi varlıktan konum itibariyle düşük olacaktır. O zaman insan kendini maddeye karşı sorumlu ve bağımlı görmeyecektir. Peki insanoğlu, bu varlık alemine kendi kendine gelmediğine göre kendi konumunu yükseltecek hangi varlıkla ilişkiye girecektir, bu ilişkiyi kim belirleyecek, kim yönlendirecektir?
Yine eğer insanoğlu, başka bir şeyle değil, salt madde ile ilişkilerini düzenleyecek diye karar verecek olursak bunu akılla yapması pekala mümkündür. Nihayetinde madde boyutunda insanın yeme-içme, barınma, giyinme, cinsellik, çalışma-dinlenme vs. gibi ihtiyaçları dikkate alınacak ve giderilecektir. Bunları akıl sayesinde yani bilim ve teknoloji sayesinde halletmemiz mümkündür. Ancak temel soru şudur: İnsan sadece madde midir? İnsan sadece et, kemik ve deriden mi müteşekkildir? Eğer böyleyse, peygambere ihtiyaç yoktur. Ama böyle olmadığı konusunda, kavrayamazsak da bir ruhu olduğu, insanı insan edenin de esasen bu ruh (bilinç de diyebiliriz) olduğu konusunda ittifak vardır. Ruh hakkında ise fazla bir şey bilmiyoruz. Bilimin söylediği de bir şey yoktur. Şimdi düşünelim: İnsanı insan eden şey ruhtur ancak en önemli insan etkinliği olan bilimin ruh hakkında söylediği bir şey yoktur. O zaman gerçekte insan hakkındaki bilgileri, yani et-kemik yığınından başka bir şey olan ruh sahibi insan hakkındaki bilgileri nereden alacağız? İnsan için neyin iyi neyin kötü olabileceği, fıtratına uygun olanın ne olduğu konusundaki bilgileri nereden alacağız?! Aslında salt bilgi de değil. Mesele davranış meselesidir. Nasıl davranacağız? İnsan olarak nasıl davranacağız? Davrandığımızda insanlığımızı arttıracak şeyleri, öğretileri bize kim söyleyecek? İşte bu noktada peygamberin haberi devreye girmektedir.
Burada değerden kastım sadece ahlaki davranışlar değildir. Değer içerisine insanoğlunun metafiziksel ve varoluşsal sorunları da girmektedir. Buna göre Allah, ahiret ve ölüm gibi varoluşsal sorunlar da değer tanımı içerisine girmektedir. Ve bu varoluşsal sorunlara ancak din ile cevap verebiliyoruz. Bilimin bu sorulara verdiği hiçbir cevap yoktur. Verebileceği muhtemel bir cevap da yoktur. Çünkü bilimin ispat alanına bu varoluşsal sorunlar girmemektedir. Ama insanoğlunun kafasını kurcalayan ve muhakkak bir cevap aradığı bu varoluşsal sorunlara sağlıklı ve tatminkar cevaplar verilmelidir. Bu cevapları bilim sağlayamadığı gibi salt ve soyut akıl da sağlayamaz. Zira salt ve soyut akıl bu sorulara cevap vermez ancak muhtemel şıklara işaret eder. Bu muhtemel şıklar yer yer tutarsız ve çelişkili olduğu için insanoğlunu tatmin etmekten uzaktır. Bu durumda peygamber öğretilerine muhtaç olduğumuz açıktır.
Yukarıda öğretmen-öğrenci ilişkisinden bahsetmiştim. Burayı konuyla münasebeti açısından biraz açmak isterim:
Öğrenci, aklı olmasına rağmen öğretmensiz yapamamakta, öğretmenin rehberliğine başvurmaktadır. Aslında öğrencinin aklını kullandığı, kendi başına iş yaptığı alanlar vardır. Ama öğretmen ile olan münasebetinde nasıl hareket edeceğine, nasıl davranacağına yönelik öğretmensiz yapamamaktadır. Öğretmenden aldığı rehberlik ve bilgiden sonra kendi ayakları üzerinde durabilmekte, kendi yolunu çizebilmektedir. Peygamberin insanoğlu ile olan ilişkisi de böyle değil midir? Elbette insanoğlunun peygamberi öğretilerin dışında kendi başına aklıyla yapabileceği ve başarabileceği işler vardır. Ama peygamberlik gerektiren noktalarda bir rehbere ihtiyaç söz konusudur. İnsanoğlu peygamberden rehberliği ve temel bilgileri aldıktan sonra kendi ayakları üzerinde durabilmekte, aklıyla kendi yolunu çizebilmektedir. Peygamber insanoğluna her adımda ne yapacağını söylememekte, aksine nasıl adım atacağını öğretmektedir. Tabii peygamber, insanoğluna yemesi için her zaman balık vermemekte, nasıl balık tutulacağını öğretmektedir. Bu durum özellikle akademi dünyasındaki öğrenci-danışman ilişkisine benzer. Yüksek lisans ve doktorada öğrencinin muhakkak bir danışmanı olur. Aslında danışmanı olmasa da olur diyebiliriz. Aklı var, aklını kullanarak tezini hazırlayabilir diyebiliriz. Ama bu o kadar zor ki, öğrencinin bilgi karmaşasında kaybolması an meselesidir. Onun için daha çabucak sonuç alınabilecek yöntem bir danışman rehberliğinde yol almaktır. Üstelik doktoradan sonra öğrenci kendi başına bırakılmaktadır. Artık aklıyla bilimsel çalışmalarını kendi yapabilecektir. Peygamberin insanoğlu ile ilişkisi de aynen böyledir. Belli bir noktaya kadar insanoğlu peygamberlik bilgilerine muhtaçtır. O bilgileri aldıktan sonra insanoğlu aklıyla kendi yolunu çizebilecektir.
Öğretmen-öğrenci ilişkisi ile alakalı bir hususa daha dikkat çekmek isterim:
Şöyle düşünebiliriz: Artık internet var, sosyal medya var, yapay zeka var. Öğrenci, herhangi bir öğretmene ihtiyaç duymaksızın bu bilgi alanlarından yararlanarak hakikate ulaşabilir, kendi yolunu sağlıklı bir şekilde çizebilir. Böyle düşünürüz düşünmesine ancak akıl bunu kabul eder mi? Vakıada işler böyle mi yürümektedir? Bilim ve teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, öğrenci herhangi bir rehbere ihtiyaç duymaksızın bunların ortasına bırakılabilir mi? Ya da en azından belli bir rehberlik, belli bir metodoloji bilgisi almadan bilim ve teknoloji ile baş başa bırakılabilir mi? Bırakılabilir denilirse, bu durum, öğrenciyi kaosa terk etmek ve yitirmek anlamına gelir. Öğrenci, inanılmaz bir bilginin içinde dezenformasyona uğrar. Peygamberlerin insanoğlu ile ilişkisi de böyledir. Bilim ne kadar gelişirse gelişsin, artık insanoğlunun peygambere ihtiyacı yoktur denilemez. Nihayetinde bilimin ortaya çıkardığı bilgi peygamberliğin insanlığa sunduğu bilgiden farklıdır. Bilim, bilginin madde boyutuyla ilgilenir. Peygamberlik ise bilginin değer boyutuyla, mana boyutu ile ilgilidir. Bilimin değer hakkında söyleyebileceği bir şey yoktur. İnsanı insan yapan değerler olduğuna göre insanoğlu bu bilgiyi nereden edinecektir?
Değerler bilgisi ve yaşantısı oldukça önemlidir. İnsanı insan yapan değerler olduğuna göre değerlerde ortaya çıkan kriz aslında bir insan krizidir. İnsanın zihninde, beyninde, ruhunda deli gibi varoluşsal sorular var. Ama bu sorulara cevap bulamıyor. Bulamadığı ve peşine düşmekten yorulduğu için bütün bir batı dünyası kendini içkiye uyuşturucuya ve sekse veriyor. Bu insan ruhundaki boşluğun tatmin edilememesinin bir sonucu değil midir? Bilim bu kadar ilerlediyse, peygamberliğe ihtiyaç yoksa, insanlık yaşadığı hayattan niye memnun değil, niye içinde bir boşluk var, niye bir türlü tatmin olamıyor? Aklın ve bilimin bu kadar ilerlediği şu modern zamanlarda insanlığın kriz içerisinde olması düşündürücü değil mi? Ve aslında bu, bir değerler krizi değil midir? Ortada bir insan krizi olduğuna göre bu krizi kim yönetecek? Bir yerde bir deprem veya maden faciası olsa hemen uzmanlarıyla birlikte bir kriz masası oluşturulur. Peki değerler sebebiyle bir insan krizi ortaya çıkarsa kiminle birlikte, kimden yardım alınarak bir kriz masası oluşturulacaktır? Eğer insan kendi aklıyla bu krizi yönetir denilirse, biz varoluşsal bir şeyden bahsediyoruz, deriz. İnsan zaten bu krizin bir parçası, bir müsebbibi… Krizin parçası olan krizi nasıl yönetecek? Diyelim ki bir şehirde yağma, gasp hırsızlık ve yolsuzluk ciddi oranda arttı ve bir krize dönüştü. Bir kriz masası oluşturulduğunda yağmacı, gaspcı, hırsız ve yolsuzluk yapan kişilerden yardım ve destek istenebilir mi, fikir alışverişinde bulunabilir mi? Onun için insanlık krizinde değerlerin uzmanı ve örneği kimse ondan yardım alınması şarttır. Ki, onlar da peygamberlerdir. Değerler krizini ancak peygamberler yönetebilir. Değerlerin uzmanı, ahlak filozofu olamaz. Çünkü ahlak filozoflarının dedikleri, birbirini tutmaz. Ayrıca ahlak filozoflarının dedikleri teorik bir şeydir. Yaşanmamıştır. Örnek ve timsal ortaya konulamamıştır. Oysa değerler ve ahlak tamamen davranışsaldır. Yaşamla ilgilidir. Onun içindir ki, peygamberliğe ihtiyaç vardır. Hem de her zamankinden fazla… Örneğin, insana, maddeye, servete kul köle olmamak bir değer meselesidir. Ve insan maddeye, makama, servete ve tabii insana kul köle olduğunda bir krizle karşı karşıya demektir. Peki bizim için bu krizi kim yönetecek ve değerleri bize kim öğretecektir? İnsan maddeye, mala, insana kul köle olduğunda, “hayır, hakkıyla kul olunacak, yani kalben bağlanılacak madde, servet vs. değil, şu varlıktır” kim diyebilecektir? Değerler aslına nasıl irca edilecektir?
Bu noktada şunu da ilave etmem gerekir: İnsanoğlu değerle alakalı da bazı bilgileri tecrübe yoluyla bilebilir. Ancak bilmek başka, yaşamak başkadır. Yine kötünün kötü olduğunu bilmek başka, ondan vazgeçebilmek başkadır. Örneğin kıskançlık insanın temel doğasıdır. Bu, bilinir. Şöyle böyle tecrübelerle çözüm de bulunabilir. Ancak bu duyguyu kontrol edebilmek bilgiyle akılla olacak iş değildir. Bu iş ancak irade ile olur. İradenin nasıl kullanılacağını bize öğreten de peygamberdir. Bu konuda örnek ve rehber olan da peygamberdir.
Öğretmen-öğrenci ilişkisine kısa bir dönüş yaparsak şunu da demek gerekir: Öğretmensiz öğrencinin teknoloji ile baş başa bırakılması nasıl ki öğrencinin yitimine sebep oluyorsa değerler ve mana söz konusu olduğunda insanoğlunun aklıyla baş başa bırakılması da insanın yitimine sebep olur.
Sonuç olarak denilebilir ki, insanı insan yapan ruhudur. Ruhu hakkında da bilimin bize söylediği fazla bir şey yoktur. O zaman biz insanı nasıl tanıyacağız? İnsan denen meçhul diyerek insanı boşluğa mı mahkum edeceğiz? Ruha bağlı olarak insanın en önemli meselesi değerlerdir. Değerler ispat alanı değildir. Değerler insanı insan yapan unsurlardır. Değerlerdeki bir kriz gerçekte insanın krizidir. Peki değer-insan ilişkisi konusunda bizi uyaracak, bizey yol gösterecek kimdir?
İlk Yorumu Siz Yapın