Bu yazıda Richard Dawkins’in ahlak meselesini nasıl karıştırdığını ele almaya çalışacağım. Önce Dawkins’in bir videoda ahlakla ilgili söylediklerini kaydedelim:
“Bana kalırsa ben mutlak ahlak istemiyorum. Ben düşünülmüş, tartışılmış, kafa yorulmuş, üzerinde karar kılınmış ahlak istiyorum. İçinde yaşamak istediğimiz toplumun ahlakını kendimiz tasarlayamaz mıyız?”
Yine bir başka yerde Richard Dawkins’ın söylediğine göre başkalarına merhamet duymamızın sebebi, “Darwinci hatalardır; mutluluk veren, değerli hatalar”dır. Ateist bir dünya görüşünün içerisinde, sahip olduğumuz doğuştan ahlaki özelliklerin illüzyon/yanılsama olarak anlaşılması gerektiğini ünlü materyalist-ateistler Michael Ruse ve Edward Wilson’ın şu sözlerinden de anlayabiliriz: “Ahlak bize ortak hareket etmemiz için genlerimiz tarafından yutturulan bir illüzyondur. Hiçbir dış temeli yoktur. Ahlak, evrim tarafından oluşturulmuştur, fakat onun tarafından temellenmemektedir.”
Buna göre evrensel ahlak diye bir şey yoktur. Evrimsel ve akılsal ahlak vardır. Onu da biz oluştururuz. Peki öyle midir?
Hemen başta ifade edelim ki, Dawkins, ciddi olarak değerleri karıştırmaktadır. Elbette tartışarak vardığımız değerler var, ancak tartışmadan da kabul ettiğimiz değerler vardır. Mesele tartışmadan varlığını kabul ettiğimiz bu değerleri temellendirebilmektir. Varlığımızın ayrılmaz parçası olan bu değerleri evrimsel süreçlere atmak topu taça atmaktan başka bir şey değildir. Kaçıştır bu. Bu durumda demek ki, değerleri iyi analiz etmek gerekmektedir.
Karıştırılan iki değer vardır:
1. Temel değerler: Adalet, merhamet, haya, sevgi, güven duygusu gibi… Bunlar değişmez. Bunlar insan icadı olmaz. Bunlar insandan önce ve bağımsız olarak vardır. Biz biliyoruz ve gözlemliyoruz ki, insanla ilgili herhangi bir olay olduğunda bu değerler hemen oraya iniveriyor ve biz bu değerlere göre tavır alıyoruz.
2. Tali değerler: İnsanın icat ettiği, tartıştığı değerlerdir. Örneğin temel ahlakî değerler insan icadı olmazken meslek ahlakı, tıp ahlakı, çevre ahlakı gibi tali değerler insan üretimi olabilir.
Yine yukarıda temel değerlerde işaret ettiğimiz güven duygusu. Bu duygu tartışarak, akılsal olarak vardığımız bir duygu değildir. Bu bizde tâ baştan itibaren vardır. Ama kime güveneceğiz, nasıl güveneceğiz, bunlar tartışarak vardığımız bizim üretimlerimizdir. Çocuğumu ilk okula versem mi vermesem mi? Eğitim sistemi ne kadar güvenilir? Paramı şöyle mi, böyle mi değerlendirsem? Ekonomi ne kadar güvenilir? Bunları elbette tartışırız. Ama bizde bizden önce ve bizden bağımsız güven duygusu olmasaydı, bunları tartışabilir miydik? Var ki, bunları tartışabiliyoruz. İşte asıl mesele bu temel duygunun nereden geldiğidir. Bizim icadımız değilse ve bizim hayatımızda oldukça belirleyici ise bu duygular nereden gelmektedir?
Yine doğru olmak/yalan söylememek temel değerdir. Eğer insanlığımızı yitirmediysek yalan söylediğimizde rahatsız oluruz. Bir olayla karşılaştığımızda dürüst olmak isteriz. Bu duygu bizden önce ve bizden bağımsız olarak vardır. Ama bazı yerlerde yalanın söylenip söylenmeyeceği tartışılabilir. Örneğin, bir adam bir adamı öldürecek. Adam kaçarken bir eve sığınmış. Öldürecek adam sana bunun yerini sorduğunda sen eve değil, başka yere yönlendiriyorsun. Burada yalan söylüyorsun. Ama burası tartışılabilir. Dürüst olmak ile bir canı korumak çatıştı. Canı korumak daha evla olmalıdır. Burada kendi menfaatin için yalana başvurmuyorsun. (Tabii bu, her zaman her şartta başkasının menfaati için yalan söyleyebilmek anlamına gelmiyor) O halde böyle durumlarda yalan söylenebilir.
Görüldüğü gibi burada değer, tartışılabilmektedir. Çünkü burada değerin kendisini, aslını tartışmıyoruz. Yani doğru olmayı tartışmıyoruz. Doğru-dürüst olmak temel değerinin pratikte karşılaştığı çatışmaları tartışıyoruz. İşte bu tartışma çok doğal bir tartışmadır.
Temel ve tali değer ayırımı dil yeteneği ve diller ayrımına benzetilebilir. Diller/harfler insan icadı olabilir. Ama dil yeteneği insan icadı olamaz. O yaratılışta hazır vardır. İşte bunun gibi temel değerleri insanın icat etmesi mümkün değildir. İyilik yapmak temel değerdir, ama iyiliğin şekilleri insan icadı olabilir.
Peki, bu durumda temel değerler nerden kaynaklanıyor? Adalet, merhamet, haya ve sevginin kaynağı nedir?
Akıl mı? Oysa bunlar akıldan önce/bağımsız vardır. Akıl, bunları var kılamaz, ancak tartışır.
Madde mi? Kendinde adalet ve merhamet olmayanın başkasında bunları var kılması mümkün müdür?
Toplum mu? Toplumdan önce insanın içinde/fıtratta bunlar vardır. İnsan dünyaya bunlarla birlikte geliyor. Zira bir olay olduğunda adalet veya merhamet orada hazır bulunuyor. Biz tartışıp da adalet ve merhameti icad ediyor değiliz.
Evrim mi? Evrim, yıllar içinde ahlakın değişmesini öngörür. Yani evrime göre nesnel/evrensel ahlak diye bir şey yoktur. Bu anlamıyla ahlak görecelidir. Ayrıca evrim, güçlü olanın ayakta kalmasını savunurken Hitler ahlakına da yol açması kaçınılmazdır.
O zaman bu sorulara cevabımız, hayır, hayır, hayır olacaktır. Peki bu temel değerler nasıl temellendirilecektir?
Sonuç olarak şöyle demek durumunda değil miyiz?
İyilik, adalet, merhamet, haya insanın temel doğasıdır.
Bir cisim/madde veya fiziksel bir olgu iyilik, adalet ve merhametin kaynağı olamaz.
Çünkü cisim veya fiziksel olguda iyilik, adalet ve merhamet yoktur.
O zaman iyilik, adalet ve merhametin kaynağı olarak bu vasıflara sahip bir varlık olması gerekir.
Bu varlık, maddî olamayacağına göre –ki, değerler maddi değildir- zaman ve mekan dışı olmalıdır.
O Varlık, iyi, adil ve merhametli olan Allah’tır. İyi, adil, merhametli olan bir Varlık ancak ahlakın kaynağı olabilir. Aksi takdirde ahlak diğer her konuda olduğu gibi yine kör tesadüflere ya da bilinemez süreçlere bağlanmış olacaktır.
İlk Yorumu Siz Yapın