Üç iddia üzerinde durmak istiyorum:
1. İmam Maturidi, din ve şeriat arasında bir ayrım yapmıştır. Buna göre din tevhid ve inanç esasları; şeriat ise ameli hükümlerdir. Din değişmez, ancak şeriat peygamberden peygambere değişir.
Bu iddiayı gündeme getirip kullananlar Peygamber efendimizin getirdiği şeriatın da değişebileceğini söylemektedir. Kitabına “Sabit Din Dinamik Şeriat” adını verenlerin niyeti bundan başkası değildir.
Peki Maturidi’nin kastettiği böyle bir şey midir? Yani Peygamber efendimizin şeriatı da artık değiştirilebilir mi? Asla! Maturidi, bu ayrımının mutlak olduğunu kastetmemiştir. Ancak din ve şeriat arasında böyle bir ayrım yapmanın imkanından bahsetmiştir. Zira Maturidi, şeriatın peygamberden peygambere değişebileceğini söylemiştir. Peygamberlerden sonra ümmetlerinin şeriatı değiştirebileceğini söylememiştir. Şeriat değişikliğini ancak Allah ve Peygamberi yapabilir. Hal böyle iken Maturidi’nin sözünü istismar ederek artık şer’i hükümleri bugün de değiştirebiliriz, nesh edebiliriz dememiz mümkün müdür?!
2. Din, kat’i hükümlerdir. Bu hükümler de sadece Kur’an’da vardır. Çünkü Kur’an kat’idir. Buna göre Kur’an dışında Allah Resulünün yasakladığı şeyler veya sünnet kıldığı hususlar din değildir, uyulmaları gerekmez.
Buna başka çalışmalarımızda cevap verdik. Konu uzun, ancak şu kadarını söyleyebilirim:
a. Kat’i olan şeyler sadece Kur’an’da bulunmaz. Peygamberden bu yana Müslümanların uygulaması olarak kat’i hüküm ve ameller bize aktarılmış, günümüze kadar gelmiştir. Namaz, oruç, hac, zekat böyledir, cihad, tesettür, ezan böyledir, kurban böyledir. Örneğin tesettürün bedeni örten bir elbise olduğu kesindir. Ama bu elbisenin çarşaf veya bir başkası olması ayrı bir konudur. Kurbanın İslam’ın gereği olduğu kesindir, ancak sadece hükmü konusunda ihtilaf edilmiştir. Hatta şunu dahi söyleyebiliriz: mevcut kat’i uygulama olmasaydı da sadece Kur’an lafzıyla karşı karşıya kalsaydık, pek çok hükmü kendi isteğimize göre oradan çıkarmamız mümkün olurdu! Bugün başörtüsünün farz olmadığını söylemek gibi… Faizin Kur’an’ın yasakladığı riba olmadığını söylemek gibi… Parasını fakire vermek suretiyle kurban ibadeti yerine gelir demek gibi… Hatta reenkarnasyon Kur’an’da var demek gibi… hatta laiklik Allah’ın emridir demek gibi…
b. Kur’an’daki bütün hüküm ve lafızlar da katiyet ifade etmez. Onun içindir ki, “subuti kat’i, delaleti zanni” ayrımı yapılmıştır.
c. Kat’i olmasa da zann-i galip dediğimiz hükümlerle amel edilir. Ümmetin tüm alimleri bu hususta ittifak halindedir. Kur’an da, şüpheli değil, ama delile dayalı zann-i galip oluşturan hükümlerle amel edilebileceğini ortaya koymuştur. Detaya girmiyorum.
d. Dinin sadece bağlayıcı yani farz olan hususlar olması düşünülemez. Kur’an’daki bazı emirler nedb, bazıları da ibaha ifade eder. “İhramdan çıktığınızda avlanın” emriyle “Cuma namazını kıldığınızda yeryüzüne dağılan” emri böyle bir ibaha emridir. Ayrıca şu ayet bize farz olmayan şeylerle de amel edilebileceğini ve din içine dahil olduğunu göstermektedir: “Safâ ile Merve Allah’ın nişânelerindendir; dolayısıyla hac veya umre yaparak Beytullah’ı ziyaret eden bir kimsenin bu yerleri tavaf etmesinde kendisi için bir günah yoktur. Kim gönüllü bir iyilik yaparsa (yani fazladan bir tatavvu işlerse) bilsin ki Allah iyiliği mükâfatıyla karşılayan ve çok iyi bilendir.” (Bakara, 158)
Bu ayete göre demek ki bir farz ameller, bir de tatavvu ameller vardır. Örneğin beş vakit namaz farzdır. Bir de namazın sünnetleri vardır. Ramazan orucu farzdır. Bir de nafile oruçlar vardır. Zekat farzdır. Bir de nafile infaklar vardır. Neredeyse bütün ibadetler böyledir. Bir farzları vardır bir de nafileleri… Şimdi biz sünnet namazları, ayrıca namaz dışındaki sünnetleri, nafile oruçları ve nafile infakları dinden saymayacak mıyız? O zaman denilebilir ki, din sadece kat’i olan hükümleri ifade etmez. Zorunlu olan da, gönüllü olan da dinin içindedir. Önemli olan onların bağlayıcılık derecelerini bilerek ona göre hareket etmektir.
3. Şeriat, din değildir. Böyle düşünenlere göre şeriat Arap örfüdür. İlahiyat camiasının modernist kısmı (ki, bunlar şimdilik marjinaldir) böyle düşünmektedir. Onlara göre din ayrı, şeriat ayrıdır. Şeriat ibtidai Arap örfüdür.
Biz biliyoruz ki din ve şeriatın iki anlamı var. Biri dar, biri genis. Geniş anlamıyla din itikadi, ameli ve ahlaki hükümleri içerir. Dar anlamıyla din sadece inanç esaslarıdır. Geniş anlamıyla şeriat din ile özleştir. Buna göre şeriat itikadi, ameli ve ahlaki hükümlerdir. Ama dar anlamıyla şeriat sadece ameli hükümlerdir.
Şeriatın Arap örfü olduğunu söyleyenler, şeriatın ameli hükümler olduğunu kabul ediyor değildir. Onların dertleri başkadır. Çünkü bunun kabul edilmesi halinde şeriatın varlığı devam edecek demektir. Dolayısıyla şeriatın bugün hiç geçerli olmaması için tamamıyla Arap örfüne indirgenmesi gerekmektedir!
Buna iki şekilde cevap verilebilir:
a. Kur’an şeriatın din olduğunu, dine dahil olduğunu açıkça ifade eder.
Maide, 48:
“(Resulüm!) Sana da kendisinden önceki kitapları tasdik edici ve onları denetleyici olarak bu kitabı hak ile indirdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen bu gerçeği bırakıp da onların isteklerine uyma. Her birinize bir şeriat ve bir yol yöntem verdik.”
Şura, 13:
“O, Nûh’a buyurduklarını, sana vahyettiklerimizi, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya buyurduklarımızı size din/şeriat kıldı ki o dini ayakta tutasınız, o konuda ayrılığa düşmeyesiniz.”
Casiye, 18:
“Sonra seni de bu konuda ilâhî vahye dayalı bir yola koyduk/bir şeriat ile görevlendirdik. Onu izle, bilmeyenlerin arzularına uyma!”
b. Şeriatta var olan hükümlerin bağlayıcı olup olmaması başka bir şeydir ve bu, sürekli karıştırılmaktadır. Öyle zannediliyor ki, sanki şeriatta olan her şey, bugün aynıyla uygulanmak zorunludur. Oysa böyle bir şey yoktur. Farzları geçiyorum. Şeriatte sünnetler, menduplar, müstehaplar vardır. Bunlara uymak vacip değildir, ama uyulması halinde çok fazilet elde edilir. Aralarında fazilet dereceleri bile vardır, ancak bu ayrı ve bambaşka bir konu. Ayrıca sünnette olan bazı hususları, ihtiyaç halinde ve sahih niyete göre değiştirmek de gayet mümkündür.
Bir de şeriatte mübahlar, cevazlar ve ruhsatlar vardır. Bunlara uymak zorunlu olmadığı gibi fazilet de değildir. Bunlar sadece meşrudur. Din buna izin vermiştir. Bu, yapıldığında dinen günaha girilmiş olmaz demektir. Dinin veya şeriatın en geniş alanı da bu mübahlar ve ruhsatlar alanıdır. Farz ve haramları saysanız belki de 200-250’yi geçmez. Şimdi sadece bu hükümlere şeriat demek mümkün müdür? Dinimiz bir şeyi meşru görüyorsa o şeriattır, bizim için bir hükümdür, ama bağlayıcı değildir sadece bir ruhsattır, mubahtır, o kadar. Bunu anlamak çok mu zor?!
Üç örnek vermek istiyorum:
Müellef-i kuluba zekattan pay vermek şeriattır, ama sadece bir mübahtır. Bunu vermek fazilet de değildir. Onlara pay vermeyi fazilet kılacak şey niyettir. Şayet niyetimiz onların zararını def etmek yahut İslam’a faydalı olmalarını temin etmek ise o zaman bunda kısmi bir fazilet vardır.
Ehl-i kitap kadınlarla evlenmek şeriattır, ama sadece bir ruhsattır. Ehl-i kitap bir kadınla evlenmek fazilet değildir. Ancak onu fazilet kılan bir niyet varsa bu mümkündür. O da ehl-i kitap birini ve akrabalarını İslam’a kazandırmak düşüncesidir. Fazilet olan budur yoksa ehli kitap bir kadınla evlenmek değil.
Dört kadınla evlenmek şeriattır, ama sadece bir ruhsattır. Savaş, salgın, hastalık, felaketler sonucu birden fazla eşle evlenmek ihtiyaç haline gelebilir. Onun için bir ruhsattır. Ama fazilet değildir. Hz. Peygamber kızının üzerine Hz. Ali’nin evlenmesini istememiştir. Fazilet olsaydı, ilk buna Peygamber izin verirdi. Diğer taraftan birden fazla eşle evlenmek istismar edilirse, İslam devlet başkanı bu ruhsatı yasaklayabilir, askıya alabilir. Ayrıca buna izin var diye herkes kuyruğa girip iki, üç, dört hanımla evlenecek de değildir. Bu izni sanki şeriatte her kadının iki veya üç kuması olacak şekilde sunanlar ancak insanları şeriat diyerek korkutmak veya şeriatı öcü gibi göstermek isteyenler olabilir ki, onların art niyetli oldukları da açıktır.
Örnekler arttırılabilir. Böyle mübah veya ruhsat olan alanlarda İslam devlet başkanının gördüğü maslahat üzerine yasak koyması, hükmü değiştirmesi veya askıya alması mümkündür. Bu şeriatı değiştirmesi anlamına gelmez. Bu durum şeriatın bu alandaki hükümlerinin esnek yapıda olduğunu gösterir. Ve ayrıca her dönemde uygulanabilirliğini de ortaya koyar. Şartlara riayet eder, hallere bakar, muhatabı dikkate alır, zorlamaz, esnek davranır. Çünkü şeriatın kendisi bu alanlarda devlet başkanına tasarruf yetkisi vermiştir. Şayet bu alanlarda bir değiştirme yapmak mümkün olmasaydı, şeriat bunları farz kılardı. Farz kılmadığına göre devlet başkanı yahut ulema nezdinde şartlara göre yeniden değerlendirilebilecek bir durum var demektir. Mezkur tasarruf bu hükümlerin tamamen kaldırılması anlamına da gelmez. Şayet bu mübah veya ruhsat verilen hükümler suistimal edilirse ve yanlış durumlar ortaya çıkarsa bunu engellemek ve ümmetin maslahatı adına yasaklar konulabilir, değişiklikler yapılabilir, ama İslam devlet başkanı kökten ebediyen bu hükümleri ortadan kaldıramaz. Çünkü şartlar değiştiğinde ve bir ihtiyaç ortaya çıktığında tekrar bu hükümleri uygulamak mümkündür. Hiç kimse elli sene sonra şartların ne olacağının garantisini veremez.
Bütün bunlardan çıkardığım sonuç şudur: Bir Müslümanın, şeriat Arap örfüdür, din değildir, dolayısıyla bütün hükümler tarihte kalmalıdır gibi bir hezeyanı dile getirmesine gerek yoktur. Zira şeriattaki hükümlerin hepsinin bağlayıcılık değeri farklıdır. Tarihte kalması gerekenler de, bugüne taşınması gerekenler de vardır. Bir hükmün tarihte kalması onu şeriat olmaktan çıkarmaz. Çünkü zaten şeriat o hükmü farz olarak veya vacip olarak ortaya koymamıştır. Bu da durumların değişmesi halinde yeni değerlendirmelerin yapılabileceğini gösterir. Diğer taraftan şeriat bir bütündür, şeriat şeriattır deyip onda var olan hükümlerin aynıyla bugüne taşınmasını savunmanın da bir anlamı yoktur. Şeriatın caiz gördüğü bir hükmü, vacip seviyesine hatta bırakın vacibi sünnet seviyesine çıkarmak bile vebaldir. Böyle yapanlar katı gelenekçi olup yaşanan hayatı ve şeriatın bu konuda getirdiği esnekliği bilmeyenlerdir, tanımayanlardır.
Umarım anlaşılmıştır.
Allah razı olsun muhterem hocam, sosyal medyadan da olsa sizi tanımave ilminizden istifade etme fırsatını bize verdiği için Rabbimize hamdediyorum.
Rabbimden sizlere hayırlı uzun ömürler vermesini temenni ediyorum.
Rabbim senden razı olsun. İlim yolunda daim eylesin.