Bu kategorileri kullanmaktan hoşlanmadığımı, hatta bu ayrımların doğru olmadığını yer yer ifade ediyorum. Ancak kullanımı yaygın olduğu için meramımı bunların üzerinden anlatmak niyetindeyim.
Böyle bir mesele Mustafa Öztürk’ün bir açıklaması ile gündeme gelmiş oldu. Konu küçüklerin evliliği meselesiydi. Diyanet dahil gelenekçi müslümanlar küçüklerle evliliğin örf yani tarihsel bir uygulama olduğunu söyleyince Öztürk tabiri caizse bunun üzerine balıklama atlayarak “biz söyleyince tarihselci oluyoruz, işte bunlar da düpedüz tarihselci” demeye getirmiştir. Şimdi asıl soru şudur: Bu güncel meselede hükmü örf, bir anlamda tarihsel kabul etmek tarihselci olunduğu anlamına gelir mi? Gelmez ise o zaman evrenselci ile tarihselciyi birbirinden ayıran öz/fark/farklar nedir?
Aradaki fark veya farkları anlamak için önce tarihselciliğin ne olduğunu ve ne yaptığını kısaca özetlememiz gerekir. Fazlur Rahman’dan yola çıkarak şöyle diyebiliriz: Kur’an ahkamının bir nesnel bir de öznel anlamı vardır. Nesnel anlam tarihte sabit ve o tarihi şartlarla ilgili anlamdır. Öznel anlam (buna yorum denilebilir) ise tarihi şartlarda ortaya çıkan hükmün arkasında yatan gayedir, maksattır. Bu gaye veya maksat dikkate alınarak her dönemde İslam yeniden yorumlanıp hayata aktarılır. Hulasa nesnel anlamı tespit etmek için tarihe gitmeli, öznel anlam için de tarihten bugüne gelinmelidir.
Fazlur Rahman’ın verdiği örneklere bakılırsa tarihselciliği iki şekilde uyguladığı görülür:
Bazı hükümlerin gelişinde tedricilik var. Yani bir hüküm geliyor, sonra tedrici olarak sınırlamalar ve teşvikler oluyor. Bu durumda aslında bize hükmün ortadan kaldırılıp değiştirilebileceği ima ediliyor. Örnek verelim. Mesela 4 kadınla evlilik. O dönemde daha fazla evlilik yapılıyordu. Allah bunu 4 ile sınırladı. Ancak maksat bunu 1’e indirmekti. Bugün bunu kanunen 1 ile sınırlamak ve diğer evlilikleri yasaklamak mümkündür. Kölelik de böyledir. Kölelere iyi davranmak ve köle azad etmekle ilgili pek çok teşvik vardır. Aslında bu durum süreç içerisinde köleliğin kaldırılması maksadını taşıyordu. Şimdi biz bu maksadı gerçekleştirebilir ve köleliği yasaklayabiliriz. Miras hükümlerini de böyle anlamak mümkündür. Allah bir noktaya kadar getirmiş, ancak mesajını da vermiştir: Maksat eşitliği sağlamaktır.Ancak burada tedricilikle ilgili yaklaşım gelenekselcilerin kabul ettiği yaklaşım gibi değildir. Örneğin, içki tedrici olarak yasaklanıyor. Burada tedricilik o dönemde söz konusu oluyor ve sonuçta hüküm evrensel ve bağlayıcı bir şekilde nihayete erdiriliyor. Tarihselcinin tedricilikten anladığı bu değildir. Normalde o dönemde bir hüküm kaldırılmış değildir. Tarihselciler bir niyet okuma yaparak “buraya kadar iş getirildiğine göre aslında kaldırılmak isteniyor” şeklinde yorum yapmaktadırlar. Diğer bir türe gelince bu hükümlerde tedricilikten ziyade hükmün o dönemdeki anlamına bakıldığını görüyoruz. Faiz meselesi böyledir. O dönemde yasaklanan ribadır, faiz değil. Yine el kesme cezası da böyledir. O şartlarda hapishane olmadığı için başka ceza vermek gerekirdi. Bu da o toplumun bildiği en iyi ceza olan el kesme cezasıydı. Görüldüğü gibi ister tedricilik şeklinde olsun isterse daha radikal olarak o dönemdeki şartları tespit etmekle ilgili olsun tarihselcilik mezkur hükmün o tarihi şartlarla ilgili olduğunu tespit ediyor ve hükmü günümüze taşımaktan kaçınıyor. Kendince maksadı gözeterek yeniden bir yorumlamayla hükmü kaldırmış oluyor.
Küçüklerin evliliği meselesini de dikkate alırsak acaba evrenselci denilen Müslümanlar da tarihselciler gibi mi düşünüyor? Burada esasen tarihselcilik fikrinin felsefesi üzerinde durmak gerekir. Ancak bunu yaparsak konudan ciddi olarak saparız diye endişe ediyorum. Onun için meseleyi örnekler üzerinden işlemeyi tercih ediyorum.
Yukarıdaki örneklere baktığımızda meselenin can damarının hükmün tabiatıyla ilgili olduğunu tespit etmek mümkündür. Tarihi olacak veya günümüze de taşınacak hükümler ne tür hükümlerdir? Bir evrenselci gözüyle bunu tespit edelim ki, fark kendiliğinden ortaya çıksın. Bir evrenselci için hükümler kati ve zanni olarak ikiye ayrılır. Zanni olana içtihadi hükümler de diyebiliriz. Bunun yanında illet, maslahat ve örfe dayalı hükümler de vardır. Kati hükümler, hiçbir şekilde değiştirilemez. Bunların değiştirilmesi ancak ve ancak zaruret durumlarında söz konusu olabilir. Faizin haramlığı kat’idir. Miras hükümlerinin paylaşımı kat’idir. El kesme cezası kat’idir. Bu hükümlerin, tarihseldir denilerek kaldırılması söz konusu değildir. Bir Müslümanın müşrik veya ateist ile evlenmemesi de böyle kat’i bir hükümdür.
Diğer taraftan illet ve diğer hususlara dayalı hükümlere gelince şunlar rahatlıkla söylenebilir: İllet varsa hüküm var; illet kalkarsa hüküm de kalkar. İllet geri dönerse hüküm de geri döner. Maslahat değişince hüküm de değişir. Aynı şekilde örf değişince hüküm de değişir.
Hz. Ömer’in uygulamalarına baktığımızda bunu görmek mümkündür. Hz. Ömer, hep cevaz, mübah ve ruhsat verilen alanlarda hükmün uygulamasını askıya almıştır. Müellefe-i kulub böyledir. Burada hem bir maslahat tespiti vardır hem de müellife-i kuluba zekat vermek farz değildir, sadece caizdir. Ehl-i kitap kadınlarla evliliğin yasaklanması da böyledir. Bir müslüman erkeğin ehl-i kitap bir kadınla evlenmesi sadece caizdir. Hz. Ömer bu durumun Müslüman kadınlar aleyhine döndüğünü görünce yasaklama gereği hissetmiştir. Demek ki bu durumlarda Müslüman toplumun lehine olmak üzere devlet başkanına tanınan bir yetki vardır. Cevaz ve mübah alanlarda şayet bir istismar, bir haksızlık, Müslümanların aleyhine bir durum ortaya çıkarsa yasak konulabilir. Bununla birlikte her ne olursa olsun bu yasak, haram anlamına gelmez. Yani artık bir daha bu hükme dönülemez anlamına gelmez. Çünkü hiçbir devlet başkanının İslam’ın cevaz verdiği bir meseleyi ebedi yasaklaması düşünülemez. Eğer hükmün tabiatı bu şekilde ayrılıp belirleniyorsa bunu güncel tartışmamız olan küçüklerin evliliğine şöyle uygulamak mümkündür: Küçüklerin evliliği sadece caizdir. Ve örfe dayalıdır. Örf değişince hüküm de değişir. Bu konularda yasak koymak da mümkündür. Çünkü mesele cevaz meselesidir. Bununla birlikte bu yasak ebedi bir yasak olamaz. Zira hiç kimse geleceği ipotek altına alamaz! 50 sene sonra ne olacağını kimse bilemez!! Belki şartlar öyle değişir ki, bir bakarsınız yine 13, 15, 16 yaşlarındaki küçüklerle evlilik söz konusu olabilir. Aslında kölelik de böyledir. Köle edinmek sadece caizdir. Böyle olunca elbette karşılıklı antlaşmalarla bunu kaldırmak da mümkündür. Ancak kölelik ebediyen yasaktır, haramdır denemez. Zira 50 sene sonra, 100 sene sonra dünya şartlarının neye evrileceği bilinemez. Belki insanlık esir edinmeye başlar ve bunları köle olarak kullanır. Kim bilir?! Böyle bir durum yoksa elbette kölelik de yoktur.
Burada bir farktan daha bahsedilebilir. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Evrenselci evvel emirde hükmün bağlayıcı, değişmez ve evrensel olduğunu düşünür. Evrensel olmadığına dair bir karine, bir delil varsa onu tarihselliğe hamleder. Bu, dinin tabiatına da uygundur. Çünkü bu din son din kitap son kitap Peygamber son peygamberdir. Fakat tarihselci aksini düşünür. Ona göre hükümler evvel emirde tarihseldir. Zira tarihselci öyle alışmış ki, hep hükümleri tarihsel, tarihsel şartlarla ilgili görmek ister. Diyeceğim ki, hükmün evrensel olduğuna dair bir delil, bir karine bulsalar, hükmü evrensel kabul edecekler, ama bu mantıksal olarak çelişkili bir durumdur. Hükümler evvel emirde tarihsel olacaksa niye evrensel olanını belirlemeye çalışalım ki?!
Sonuç olarak denilebilir ki, küçüklerin evliliği meselesinden yola çıkarak aslında herkes bizim gibi tarihselci düşünüyor demek mümkün değildir. Zira küçüklerle evliliğe dair hükümlerin tabiatı değişime açıktır. Böyle olunca, ilgili hükmün değişebileceğini kabul eden bir evrenselci, tarihselci olmaz. Bu konuda eğer çok arzu ediliyorsa şöyle söylenebilir: Kat’i, hiçbir şekilde değişmesi mümkün olmayan ve değişmesine dair en ufak bir delil bulunmayan bir hükmün değişmesi gerektiğini savunan artık tarihselcidir. Hemen burada bir örnek vermek gerekirse, kadınların mahremsiz yolculuğu meselesinde 90 km. esas kabul edilmiştir. Ancak bugün meselenin bir illet meselesi olduğu tespit edilmiştir. Bu illet güvenliktir. Güvenlik varsa mahremsiz yolculuk caiz, güvenlik yoksa caiz değil. Burada bu hükme bir delilden, bir hadisten yola çıkılarak varılmıştır. İşte bu, tarihselcilik yapmak değildir. Bu, bir delile dayalı olarak içtihat yapmaktır. Dikkat edilirse tarihselci, illet meselesine girmez. Hükmün illeti şudur, şu anda o illet yoktur, hüküm değişmelidir demez. Hüküm örfe mi dayalıdır, değildir meselesine girmez. Zira hükmün tabiatı onu ilgilendirmez. Tarihselcinin yaptığı sadece bugünün şartlarını dikkate almak ve mezkür hükmü hep tarihi şartları içerisinde değerlendirmek, tabiri caizse tarihi şartlara mahkum etmektir. Yaşanılan çağı biraz da mutlaklaştırmaktır. Oysa bu çağ dahi 50 sene sonra tarihsel olacaktır. Bu konuda hükümler arasında bir ayrım yapmadığı da açıktır. En önemli mesele de budur. Hükümler arasında bir ayrım yapılmaması, tüm hükümlerin tarihselciliğe açık, yani değişime açık bir vaziyet halini alması anlamına gelmektedir. Bu durumda evrenselcilerin de tarihselciler gibi hareket ettiğini söylemek elbette mümkün değildir.
Son not: Eğer tarihselci “aslında ben de böyle düşünüyorum” diyorsa o zaman ben de tarihselciyim. O zaman denilebilir ki, tarihselci, kendini geleneksel usulden ayrıştırıp Batı merkezli düşünmeye o kadar alışmış ki, gelenekten, usulden, medeniyetten uzaklaşarak kopuvermiş!!
İlk Yorumu Siz Yapın