Maksadım insanlara “bu da nereden çıktı, zamanı mıydı” dedirtmek değil. Maksadım, bir meseleyi anlamaya çalışmaktır. Bu bir çağdaş sorun mudur? Evet, sorundur. O halde bu meseleye bir bakış açımız olmalı. İşte burada bu meseleye nasıl baktığımı ortaya koymaya çalışacağım. İşin özeti şudur: Bir tarafta ayet vardır. Diğer tarafta ise bir sünnet vardır. Ayet kadınların dövülmesinden bahsederken sünnet Hz. Peygamber’in hanımlarını dövmediğini ortaya koymaktadır. Ayet kadınların nuşuzu halinde önce öğüt vermekle, sonra yatakları ayırmakla, ardından dövmekle bir çözüm bulunabileceğini önermektedir. (Nisa, 34) Hadislerde ise Hz. Peygamber’in hanımlarını hiç dövmediği ifade edilmektedir. Allah’ın, “Kadınlarla iyi geçinin.” (Nisâ, 19) emrine göre, onlarla iyi geçinmek için önce onlara güzel ve tatlı söz söylemek, sonra da elden geldiğince iyi ve nâzik davranmak gerekir. Peygamber Efendimiz (a.s.)’in ortaya koyduğu ölçüye göre insanların en hayırlısı, aile fertlerine karşı iyi davrananlar, onlarla iyi geçinenlerdir. Bu ölçüyü iyice pekiştirmek isteyen Resûl-i Ekrem, “aile fertlerine en iyi davranan kimsenin kendisi olduğunu” belirtmiştir (Tirmizî, Menâkıb 63; İbni Mâce, Nikâh 50). Nitekim,”kendisi hayatı boyunca hiçbir hizmetçiyi dövmemiş, hiçbir hanımına tokat atmamış, hiçbir kimseye eliyle vurmamıştır.” Bunu on yıllık eşi Hz. Âişe söylemektedir. (İbni Mâce, Nikâh 51)
Peki bu ayet ve sünnet nasıl anlaşılacaktır? Bunu bir çırpıda anlatmak kolay değildir. Onun için meselenin anlaşılması için bazı hısusları aydınlığa kavuşturmak gerekmektedir. Sırayla kaydedelim:
- Günümüzde kadını dövme meselesi daha genelde kadınla ilgili konular İslam’ın yumuşak karnı olarak dillendiriliyor. Ben fikrî ve ideolojik baskı ve dayatmalardan dolayı böyle olduğunu düşünüyorum. Bu meselenin, bizim açımızdan izah edilemeyecek tarafı yoktur. Ancak hem Batılılaşmış Müslüman zihinlerin hem de ham softa insanların meseleyi aşırı uçlara çekmesiyle işin arap saçına döndürüldüğünü de kabul ediyorum.
- Bugün ateist, laik ve solcular bu olayı İslam’a ve Müslümanlara hakaret için kullanıyorlar. Modenistler bu işten sıyrılmak için ayetteki “darp” kelimesine ya akla ziyan bir mana veriyorlar. Mesela şöyle: Öğüt verin-yatakları ayırın-cinsel ilişkiye girin (Hüseyin Atay) Ya da siyak-sibaka uymayan bir anlam veriyorlar. Şöyle: Öğüt verin-yatakları ayırın-evden ayrılın (modernist mealler). Oysa hiçbir müfessir bunu böyle anlamamıştır. Darebe fiilinin ilk manası “vurmak, dövmek”tir. Arabın bundan anladığı ilk mana budur. Darebe kelimesinin yüze yakın manası vardır, ancak bu manalar ya harfi cerle birlikte ya da önünde bir isimle birlikte kullanıldığında “vurmak ve dövmek”ten farklı bir mana kazanmaktadır. Tarihselciler ise kelimenin dövmek olduğunu kabul etmekte, ancak çöl şartları ve kabilevi hayat tarzı için geçerli olduğunu söylemektedir. Ya da bazı tarihselciler burada sünnete sarılmakta, esas olanın Hz. Peygamber’in uygulaması olduğunu ifade etmektedir. İlginçtir modernistler, tarihselcilerin bu bakışına şöyle demektedir: Ayet dövün diyor, Hz. Peygamber ise dövmedi. Biz Hz. Peygamber’in ayeti anlamadığını söyleyemeyiz. Anladı ama uygulamadı da diyemeyiz. Zira Hz. Peygamber, Kur’an’a muhalafet edemez. O zaman Hz. Peygamber, ayetin anlamını anladı, o da “evden ayrılın” demektir. Tarihselcilerin buna karşı söyledikleri tek şey, ayeti herkesin “dövmek” olarak anladığı, kelimenin burada başka bir anlama gelmediği, Hz. Peygamber’in ise hanımlarını dövmediği, esas olanın bu olduğu yönündedir. Modernistler buna karşın şöyle der: Bu durumda “dövün” emri 7. asır Arap toplumu için geçerli olur. O dönemim insanı için geçerli ama bu zamanın insanı için geçerli değil. Bu, Kur’an’ın evrenselliğine aykırıdır.
Evet, mesele Kur’an ve sünneti bir bütün içinde anlamak olmayınca savrulmalar da mümkün olmaktadır. Önce kısaca ifade edeyim, ardından maddeler halinde uzun yazacağım:
Hz. Peygamber, Kur’an’ı anlamadı da uygulamadı da diyemeyiz. Ayrıca ayeti “evden ayrılın” şeklinde anladı da diyemeyiz. Çünkü hanımlarına yönelik böyle bir uygulama bilgisine sahip değiliz. Hanımlarına karşı bir veya iki aylığına evden ayrıldığına dair elimizde bir bilgi olsa onu kabul ederdik. Bunun yanında tarihselcilerin yaptığı gibi de yapamayız. Zira sadece sünneti esas alırsak şu sorulara cevap vermek durumunda kalırız: Ayet dövün diyor, Hz. Peygamber, bu emre mi muhalefet etti? Yoksa sünnet Kur’an’ı mı neshetti? Her ikisi de olmayacağına göre sadece sünneti esas almak meseleyi izah etmiyor. Bize göre sünnet esas alınacak ama izahı yapılarak. Tabii bu izah tarihsel bir izah olmayacak. Eğer olursa neden 7. asır insanına öyle de bu zaman insanına öyle değil, sorusunun cevabını vermek zor olur. O halde çözüm şöyledir: Hz. Peygamber hanımlarını dövmeyerek ayette kastedilen şeyi bize anlatmış oldu. Yani ayeti nasıl anladığını ortaya koydu. Buna göre ayet ilk bakışta vucup ifade etmektedir. Ancak Hz. Peygamber, hanımlarını dövmeyerek bu emrin vucup değil, bir ibaha, bir ruhsat emri olduğunu göstermiş oldu. Bu durumda hanımı dövmek ruhsat, dövmemek ise daha faziletlidir. İşte dövmemenin daha faziletli olduğunu Hz. Peygamber’in uygulamasından anlıyoruz. Dövmemek daha faziletli ama dövmek de bir ruhsat olarak orada durmaktadır. Böyle anlarsak hem sünnetteki uygulamayı anlamış oluruz hem de hükmü tamamen tarihî şartlara mahkum etmeyiz. Bir de ayete bambaşka bir anlam vermeyiz. Bu durumda darabenin anlamı “dövmektir” diyerek modernistlerden; dövmek her zaman bir ruhsat hükmü olarak vardır, diyerek tarihselcilerden ayrılıyoruz ve “dövmemek daha faziletlidir” diyerek Peygamber’in uygulamasını önemsediğimizi ortaya koyuyoruz.
- Şimdi bu söylediklerimizi daha geniş bir çerçeveden anlatmaya çalışalım:
- Kur’an’da bahse konu kadını dövmek meselesi farz değil, vacip değil, sünnette de değildir. Bu bir ruhsattır. Bir anlamda cevazı gösterir. Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Ayette “dövün!” diye bir emir var. Emir ya vucup ya tavsiye ifade eder. Bu emir, cevaz manasına nasıl gelir? Oysa belağatta emrin otuza yakın manası vardır. Bunlardan biri de ibaha emridir. Mesela Cuma suresinde Allah, “Namazı kıldığınızda yeryüzüne dağolın!” buyurmaktadır. Buradaki emir ibahadır. Yani dağılabilirsiniz demektir. Dağılmak zorunda değilsiniz, dağılmanız daha güzel olur, manasında da değildir. Sadece isterseniz dağılabilirsniz, demektir. Yoksa kişi, camide kalıp zikir ve tespihle meşgul olsa ayete aykırı hareket etmiş olmaz. Bunu “kadını dövmek”le ilgili emre aynen uygulamak mümkündür.
- Her toplumda az veya çok kadını dövmek diye bir realite vardır. O günün arap toplumunda da vardı. Erkekler güçlü oldukları için haklı veya haksız kadını dövmeye meyyaldir. Esasen Allah, bir silsile-i meratip getirerek bunu hukukî bir muhtevaya bağlamıştır. Yani Allah, erkeklerin güce dayalı şiddet uygulamalarını sınırlamıştır. Aslında ayet, dövmeye değil, dövmemeye yöneliktir. Vurgu, dövmemeye matuftur. Ama maksat anlaşılmadan cımbızla seçilen cümleler “Kur’an’da dövmeye teşvik var” diye lanse edilmektedir. O halde denilebilir ki, ayet kadınları dövmeye meyyal olanların gücünü sınırlamaktadır. Diğer taraftan şunu hatırlatmama herhalde gerek yoktur: Her erkek ve her kadın böyle olmak zorunda değildir. Ama toplumda ayete konu olan kadınlar da erkekler de olabilir. Burada nuşuz meselesini unutmayalım. Önemli bir konudur. Nuşuz halinde bile karısını dövmek isteyen bu sıralamaya uymak durumundadır. Bu ise aslında erkekleri bir açıdan engellemeye bir açıdan ise manevi olarak terbiye etmeye yönelik adımdır. Realiteye bakıldığında ilginçtir, Müslümanlar dahi bu sıralamaya riayet etmez, şayet dövecekse hemen dövmekten başlar. Oysa Kur’an’ın amaçladığı yapı bu değildir.
- Toplumlarda söz konusu olan her türlü dövme Kur’an’ın ruhsat verdiği dövme değildir. İnsanlar en ufak şeyden dolayı döverler. Öfkelenirler, döverler. Sarhoş eve gelirler döverler. İş yerinde bir sıkıntı yaşamıştır, gelir acısını eşinden çıkarır. Yemeğin tuzu eksiktir, döverler. Bunlar haksız dövmelerdir ve günahtır. Dövmeye bir disiplin cezası olarak ruhsat verilen hal nuşuz halidir. Nuşuz, geçimsizlik çıkarma; serkeşlik yapma; kocaya karşı itaatsizlik etme; kadının kocasına karşı buğz edip asî olması anlamında bir İslam hukuk terimidir. Demek ki, halin dövmeye, öğüt ve yatakları ayırmadan sonra konu olabilmesi için ciddi bir gerekçe olmalıdır. Bu kocaya isyan etmektir. Peki bu isyan veya itaatsizlik nasıl oluşacaktır? Bu da İslam dairesinde oluşacaktır. İslam’ın isyan dediği, isyan olacaktır. Mesela koca “ben annenin evine gitmeni istemiyorum” dese ve kadın gitse kadını dövmek asla meşru olmaz. Çünkü bu, kocaya isyan veya itaatsizlik değildir. Kocaya itaat meşru durumlardadır. Koca, karısını sabah namazına kaldırmaya çalışsa karısı da kalkmasa bunun üzerine kocanın karısını dövmesi hak olmaz. Çünkü hanım namaza kalkmayarak Allah’a itaatsizlik yapmıştır. Bunun cezasını koca değil, Allah verecektir. Kocaya düşen sadece emr-i bi’l-ma’ruftur. Koca ve karısı çalışmaktadır. Eve iki maaş girmektedir. Hanım, kendi maaşından harcamaktadır. Ama kocaya göre bunun israf olduğunu düşünelim. Yani kocaya göre hanımı israf etmektedir. Bu durumda koca, karısını dövebilir mi? Hayır dövemez. Çünkü eve bakmakla yükümlü olan kocadır. Hanımın parası kendine aittir. Onu kullanmada özgürdür. Şayet israf yapıyorsa günah işlemiştir. Hesabını kocaya değil, Allah’a verecektir. Ancak sadece kocanın eve nafaka temin ettiğini düşünelim. Koca ailesine karşı cimrilik etmemekte, normal bir şekilde onların ihtiyacını karşılamaktadır. Fakat hanım kocasının malından habersiz israf etmektedir. Ne olacak? Yahut şöyle: Koca, karısına, “falan (kötü) kadınla konuşmanı istemiyorum” veya “filan erkekle gezmeni, ne bileyim arkadaşlık kurmanı istemiyorum” dese, veya “falan (kötü) kadınlarla ilişkini kes, onları eve alma vs. vb.” dese kadın da inadına tersini yapsa ne olacak? Herhalde bu durumda ya boşama ya da evliliğin devamı söz konusu olacak. Koca, bir kere yapıldı hoş gördü, konuştular, ama olmadı, yatakları ayırdılar yine devam edince ne olacak? Ya boşayacak ya da evliliğe devam edecek. Boşamak günümüzde çok kolay, ama sonuçları çok ağırdır. Ailenin çocuklu olduğunu düşünelim. Zordur boşanmak. Ama tabii bu zorluk istismar edilmemelidir, o ayrı bir mesele. Belki de o kadına hafif bir dövmeyle mesele halledilmiş olacaktır. Neticede bu, bir aile içi mesele. Evet, hafif bir dövmeyle mesele halledilecek, ancak dövmek zorunda değildir. Bu durumda dahi affı tercih etmesi mümkündür. Aşağıda Hz. Peygamber’in uygulaması üzerinden buna tekrar değineceğiz.
- En önemlisi kadınları dövmek bir eğitim ilkesi değildir. Olsaydı, ayette birinci sırada yer alırdı. Yani dövme sistematik olarak elde sopayla beklenip uygulanacak bir yöntem de değildir. Sistematik uygulanacak bir yöntem olsaydı, caiz değil, vacip olurdu. Bununla şunu kastediyorum: Eskiden Kur’an kurslarını düşünün yahut askerliği düşünün. Bu iki yerde de sistematik dövme vardı. Yani kişi dayak yemeden hafızlık yaptıysa veya dayak yemeden askerliğini bitirdiyse şaşılacak bir durumdu. Böyle de olmazdı zaten. Dayaksız hafızlık olmaz, kaidesi vardı. Hele askerde dayak yememek mümkün değildi. Hal böyle olunca bundan anlaşılan şudur: Bu iki yerde de dayak sistematik hale gelmişti, eğitimin bir parçası gibiydi. Oysa Kur’an’ın bahsettiği ruhsatta böyle bir sistematik dayağın izi bile yoktur.
- Burada hemen akla şöyle gelmektedir: Peki erkekler ciddi hata yapsalar, yani nuşuz hali onlardan sadır olursa ne olacaktır? Bu soru, iyi niyetle sorulduğunda problem yoktur, ama eşitlik iması içeriyorsa bu, hem realiteye aykırıdır hem de mü’mince bir bakış açısı değildir. Ne yani, kadının da erkeği dövebileceğini mi söyleyelim?! Bu batıdaki çatışmacı zihinden bize kalan mirastır. Batı zihni, çatışma üzerinden, özellikle sınıf çatışmaları üzerinden kendini konumlandırır. Mesela İşçi-patron çatışır, din-bilim çatışır, asker-sivil çatışır ve tabi ki, erkek-kadın çatışır. Feminizm, bu çatışmayı ifade eder. Bizim bu zihniyetle işimiz yoktur. Kadın ve erkek, birbiriyle huzur bulmak için vardır. Ama bu durum bazen istenildiği gibi olmayabilir. Dinimiz Hristiyanlıkta olduğu gibi kadını cendereye sokmaz. Ona imkanlar tanır, ama realiteye aykırı da bir şey demez. Kadının erkeği dövebileceğini söylemek, istemek, reailiteye de fıtrata da aykırıdır. Bazı kadınların kocalarını yer yer dövmesi mümkün ve istisnai bir durumdur. İslam’ın kadına tanıdığı imkan önce hakemlere gitmektir, yani ailenin büyüklerine başvurmaktır. Buradan bir çözüm çıkmazsa hakime gitmektir. Sonuç boşamaya kadar varır. Mesele budur.
- Bazıları bunun çözüm olmayacağını, çözüm olmayan bir şeyi söylemeye gerek olmadığını ifade etmektedir. Evet, bu çözüm olmayabilir. Ama olabilir de. Zaten olmazsa boşama gerçekleşecek demektir. Bu aile içi bir mesele olduğundan dışarıdan teorik konuşmanın fazla bir anlamı da yoktur. Kur’an bizden başı şeyler ister. İstediği şeyleri yapsak bile hedeflenen amaç gerçekleşmez. Mesela namaz kılmak. Kur’an namazın bizi kötülüklerden alıkoyacağını ifade eder. Ama mü’min namaz kılar, kötülüğe de devam eder. Bu durumda “namaz, bizi kötülüklerden alıkoymuyor, kılmamız gerekmez” denilebilir mi? Denemez. Biz hatayı kendimizde görür, namazı adam gibi kılmaya devam ederiz. Kadını, hafif bir dövme çözüm olmayabilir. Zira insanlar nefis taşımakta, farklı tepkiler verebilmektedir. Çözüm olabilir de, çünkü kişi büyük hata yaptığını belki sonunda anlamış olur. Bu hem aklen hem de yaşanmış vakıalar olarak mümkündür.
- Kadını dövme meselesinin disiplin, mahkeme ve ahlak boyutu vardır. Kur’an’ın verdiği ruhsat bir disiplin cezasıdır. Hukukî bir yaptırım değildir. Kastımız, mahkemelik bir olay değildir. Ancak kadın, haksız yere dövüldüğünü düşünüyorsa önü açıktır: Ya hakemlere, yani ailenin büyüklerine başvurur ya da mahkemeye gider hakkını arar. Şimdi dikkat edelim: Ayet belli ki, bir tikel olay üzerine nazil olmuştur. Yani herkes öyle olmak zorunda değildir. Ama öyle olabilecekler için bir tedbirdir. Bütün hukukî olaylar da esasen muhtemel riskler için tedbir amaçlı değil midir? Sadece örnek olarak veriyorum, bugün çocuk tacizleri için ciddi tedbirler almak istiyoruz. Bu durum, toplumu çocuk tacizcisi, sapık gördüğümüz için midir? Yok. Toplumda böyle nadir olaylar olsa da bir tedbir almak istiyoruz. Kaldı ki, çocuk tacizi olayı hukukun konusudur. Kadını dövme meselesi ise aile içi bir disiplin meselesidir. Yine kadını dövme meselesi, toplum o raddeye geldiği için değildir. Birkaç örnekte görülen meseleye aile içi bir çözüm sunmaktır. Şayet –karşılaşmak zorunlu değil ama- böyle olaylarla karşı karşıya gelinirse çözüm süreci böyle olsun demektir.
Olayı ahlakî boyutuna gelince Peygamberimiz hanımlarını asla dövmediği gibi hep hayırlı davranmayı tavsiye etmiştir. Bu önemlidir. Dinimizde hukuk ve ahlak atbaşı gider. Mesela hıristiyanlık der ki: Sana tokat vurana sen yüzünü çevir. Bu, doğrusu fıtrata da aykırıdır. Dinimiz der ki: Sana tokat vurana sen de bir tokat vur, ama affetmen daha güzeldir. İşte bu fıtrata uygun olduğu gibi insanları rehabilite eden bir tarafı da vardır. Şimdi nuşuz halinde olan bir kadın var. Ne yapacaksın? Kendi haline mi bırakacaksın? Bıraksan işler daha içinden çıkılmaz hal almaz mı? Bu durumda dinimiz der ki: Dur, hemen dövme! Şu süreçleri takip et! Nihayetinde çare yoksa dövebilirsin. Yani caizdir. Dövmek zorunda değilsin, dikkat, sana farz değil. Caiz sadece. Evet, caizdir, ama sen af yolunu da tutabilirsin. Bu takva için daha güzelidir. Mesele böyle ortaya konulduğunda sorunlar daha suhuletle halledilir kanaatindeyim.
Bazıları Hz. Peygamber’in davranışını dikkate alarak ayete modernist bir anlam verip dövme olmadığını söylüyor. Tabii böylece çelişki de halledilmiş oluyor. Bu, çelişkiyi halletmez. Çünkü ayetin manası ittifakla dövmedir. O zaman ayet “dövün” derken; Hz. Peygamber’in dövmemesi nasıl te’lif edilebilir? İki türlü te’lif edilebilir:
a. Peygamber’in başına dövme emrini gerektirecek bir olay gelmemiştir. Dolayısıyla dövmeye de gerek kalmamıştır. Dövme demek ki, başına böyle bir şey gelmiş sahabe için geçerlidir.
b. Peygamber’in başına böyle bir olay gelse de –vakıada gelmiştir- yine ayet ve uygulama arasında çelişki yoktur. Çünkü Hz. Peygamber bu durumda daha faziletli, hayırlı olanı seçmiş olmaktadır. Şayet ayet, vurun emriyle farz veya vacibi kastetseydi, o zaman bir çelişki olurdu. Hz. Peygamber’in başına böyle bir olay geldi diyelim. Ayet de dövmeyi vacip görüyor. O zaman Peygamber bunu uygulamazsa yanlış yapmış olur. Ama dediğimiz gibi ayette bir vucubiyet yoktur. Vucubiyet olmadığı için de Allah Resulu daha hayırlı olanı seçmiştir. Onun için fıkıhta şu tür hükümlere rastlanır: Falan şey caizdir, ama evla olan şöyle yapmaktır.
Evet, bu noktanın önemli olduğunu düşünüyorum. Ayet ve sünneti birlikte anlamanın yegane yolu da bu, olmalıdır. Aksi takdirde iki şeyi yapmamız gerekir: Biri sünnetin Kur’an’ı neshettiğidir. Öyle ya! Şayet Hz. Peygamber’in uygulamasının mutlak olduğunu söylersek ayet ne olacak? Herhalde mensuh sayılacaktır! Bu ise mümkün değildir. Çünkü neshin delili yoktur. Nesh, ihtimalle sabit olmaz. İkincisi ise ayetteki darp kelimesine “vurmak, dövmek” dışında bir mana verilecek demektir. Bunun ise arap dili açısından geçerliliği yoktur. Darebe’ye dilin dışında bir mana verirsek, katele, ketebeye de hevamıza uyan manaları istediğimiz gibi vermek mümkün hale gelir. Bu iki yaklaşım da doğru değildir. Biz üçüncü bir şıkkı öneriyoruz. Ayet dövmenin caiz ve ruhsat olmasına, Hz. Peygamber’in uygulaması da daha faziletli olanı tercih etmeye hamledilmelidir. Yani dövmek caiz, ama dövmemek daha hayırlı, daha faziletlidir. Ayette dövmenin caiz olduğunu da Hz. Peygamber’in dövmemesinden anlıyoruz. O nasıl anladıysa biz de öyle anlarız. Dövmeyi caiz olarak anladı ki, dövmemeyi tercih etti.
10. Dövme olayına şiddet olarak bakılamaz. Çünkü bu yönetmelik hükmünde bir disiplin cezası olsa dahi hukukî bir meseledir. Hukukî olan hiçbir şey şiddetin konusu olamaz. (Hukukun fıtrata, toplum gerçeğine uygun olması, adalet temin etmesi başka bir konudur) Mesela savaş haksız yere olursa cinayettir, ama haklı yere olursa hukuk meselesidir ve cinayet de değildir, şiddet de. Ceza hukukunda öyle ağır olanları var ki, hiçbirine “şiddet barındırıyor” denemez. Çünkü o suçu işleyen bunu hak etmiştir. Ceza kanunda yazılıdır ve kişi bunu bilerek o suçu işlemiştir. Recm cezasını mesela bazı Müslümanlar vahşi, bazıları şiddet içeriyor diyerek reddederler. Oysa hukukî ceza şiddet olarak adlandırılamaz. Böyle nice örnek vermek mümkündür. Dolayısıyla bir ruhsat ve disiplin mahiyetinde olan kadını dövme meselesi de asla şiddet olarak değerlendirilmez. Zaten o konuya girmedi, böyle bir durumda kadın hafif dövülecektir. Dinimiz böyle dövün derken, koca kadının faraza kemiğini kırarsa işte burada şiddet uyguladı demektir. Neden? Çünkü yaptığı işin hukukta yeri yoktur. O sadece gücünü kullanarak, arzularını tatmin etmek istedi. Bunun adı ise şiddettir.
İlk Yorumu Siz Yapın