Kitap, Mehmet Apaydın’a ait doktora tezidir. Kuramer yayınları tarafından basıldı. Son zamanlarda biraz popüler oldu, denilebilir. Kitap hakkındaki kanaatlerim şöyledir:
1. Kitap gerçekten kendisinden önce yapılan metodoloji çalışmalarından farklı. Metodoloji çalışması derken sanırım Memet Görmez’den başkasının çalışması bulunmamaktadır. Mehmet Görmez’in çalışması, anlama ve yorumlama merkezlidir. Bu çalışma ise anlama ve yorumlamayı değil, tamamen “olayı tespiti” merkeze almaktadır. Görmez’in çalışması itikadî, fıkhî veya ahlakî hadisin anlaşılmasını esas almaktadır. Oysa Apaydın’ın çalışması metni inşa etmeyi (kendisi “kurgu” diyor) amaçlamaktadır. Ortak noktaları sayılır mı bilemem ama Görmez, anlama ve yorumlama metodolojisi ortaya koyarken usul-i fıkhı eleştirme gereği hissetmiş hatta yer yer devreden çıkarma anlamına gelebilecek genellemelerde bulunmuştur. Apaydın da yeni metodolojiyi tahkim etmek için usul-i hadisi eleştirmiştir. Hatta eleştirmekle kalmamış, açıkça devreden çıkarmaya çalışmıştır. Aşağıda buna değineceğim.
2. Çalışmanın amacı hadisleri birleştirerek olayı kurgulamaktır. Müellifin “Vakidî’de Hadislerin Birleştirilmesi” adlı yüksek lisans tezinin bu metodun alt yapısını hazırladığı söylenebilir. Buna göre bir hadisin çeşitli tarikleri vardır. Bu tarikler aslında bir olayı anlatmaktadır. Ancak bu tarikler hep birbirinden ayrı, kopuk “hadis” olarak telakki edilmiştir. Oysa bunlar tek başına bir hadis olmamakta, yani Peygamber’in olayını temsil etmemektedir. O halde bu tarikler bir araya getirilip Peygamberin söylediği söz veya yaşadığı olay tespit edilmelidir.
3. Peki bu şekliyle “Bütünsel Yaklaşım” klasik hadis usulü ile aynı değil midir? Aynı değilse farkı nedir? Bu metod klasik hadis usulüyle benzer gibi gözükmektedir, ama bu durum yanıltıcı olabilir. Bu metod, ciddi anlamda hadis usulunden farklılık arzeder. İki açıdan:
a. Müellif cerh-ta’dil ilminin zamanında işlevsel olduğunu ama günümüzde bu işlevini yitirdiğini, diğer tabirle miadını doldurduğunu ifade eder. Çünkü cerh-ta’dil ravilerin adaleti esasına dayanır. Adalet, din merkezli bir bakış açısıdır. Yani dini bir hükmü tespitte adalet önceliklidir. Ancak adaleti esas almak birçok bilginin kaybına yol açar. Zira adaleti yok dediğimiz bir ravinin doğru söyleme ihtimali vardır. Fasık veya kazib bir ravinin dahi her zaman yalan söylediği iddia edilemez. Mesela Vakıdî gibi raviler cerh ta’dil açısından güvenilmez olduğu için rivayetleri hiç itibara alınmamıştır. Bu ise isabetli ve de bütüncül bir yaklaşım olamaz. Bütüncül yaklaşım tüm bilgilerin dikkate alınmasını gerektirir. O halde biz dinî bir hükmü tespit etmediğimiz ve sadece Peygamber dönemindeki “olay”ı tespit etmek istediğimiz için her ravinin verdiği bilgiyi dikkate almak zorundayız.
Ayrıca cerh ta’dil ilminin adalet temelli bakışı özneldir. Oysa öznel bir yaklaşımla nesnel sonuçlara varamayız. Amacımız olabildiğince nesnel sonuçlara varmaktır. Bu da her türlü bilgiyi kullanıma açmakla mümkündür.
b. Bu metodda senedin de fazla bir anlamı kalmamaktadır. Mesela senede mürsel, muallak, mu’dal, müdelles demek sonuçta bir şey ifade etmemektedir. Hatta senede mevzu dmenin de fazla bir anlamı yoktur. Zira bu senedlerle nakledilen bilgiler dahi fotoğrafın karelerini tamamlamak adına çok kıymetli bilgiler içerebilmektedir. O halde muallak vs. diyerek bir rivayeti yok saymak bilgi kaybına yol açmaktadır. Oysa buna gerek yoktur.
4. Bir fark da en son işlem olarak kurgu yapmakta yatıyor. Ancak burası o kadar önemli değil. Klasik usulde her bir tarik ayrı hadis olarak kabul görüyor. Hadisi anlamak veya ondan hüküm çıkarmak için bütün tariklerin bir arada değerlendirilmesine önem veriliyor, ancak hadisler birleştirilmiyor. Hepsi ayrı bir hadis muamelesi görüyor. Bu yeni metodda her bir tarik toplanıyor. Her bir tarike farklı bir hadis muamelesi yapılmıyor. Çünkü tarikler, bir hadisin farklı anlatımlarıdır. Söylenen söz veya yaşanılan olay tek olduğuna göre bu tarikler birleştirilmelidir. Nasıl? Her bir tarikte geçen cümle veya anlatımlar “ifade” olarak adlandırılıp kodlanıyor. Buna göre zaman, mekan gibi bir sürü “ifade” ortaya çıkıyor. En son bu ifadeler, makul bir şekilde bir araya getiriliyor ve her bir ifadenin kaynağı dipnotta zikrediliyor. Normalde faraza 10 sahabiden nakledilen faraza 50 tariki olan bir rivayetler kümesi sonuçta bir “olay”, bir “hadis” olarak kurgulanıyor. Artık bu hadisin falan sahabi ravisi yoktur. Ortada sadece “olay” vardır. Fark budur. Klasik usulde her bir sözü sahibine isnad etme mantığı varken, yeni metodda bu isnad sistemi ortadan kalkıyor.
5. Bütünsel Yaklaşım, her türlü bilgiyi itibara almaktadır. Hatta astronomi, coğrafya vb. bilimsel verileri dahi hesaba katarak olay incelemesi yapmaktadır. Bu, mümkün bir şeydir. Elbette ulaşılabiliyorsa bu tür bilgiler rivayeti tespit etmede kullanılacaktır.
6. Müellif, bu metodu üç olaya uygulamıştır. İkisinden biri meşhur arz hadisi; diğeri ise güneş tutulması olayının yaşandığı rivayetler kümesidir. Arz hadisiyle ilgili rivayetleri birleştirirken hiçbir senede ve ravi cerh tadiline bakmamıştır. Nerde ne rivayet varsa kaydetmiştir. Peki onca rivayetten bir kurgu yapmanın faydası olmuş mudur? Olmuş gibi gözüküyor. Senet tenkidi açısından bakılırsa arz hadisinin çoğu senedi zayıf veya pek zayıftır, ancak hafif zayıf diyebileceğimiz senedleri de var. Ebu Yusuf gibi erken kaynaklarda da geçmektedir. Çok senedinin olması bir aslının olduğu manasına gelebilir. Olay garanik rivayetlerine benziyor. Çok zayıf, batıl diyenler var, ancak İbn Hacer, bu kadar rivayetin bir aslının olması gerektiğini ifade ediyor. Aslında rivayetleri zayi etmemek açısından elverişli bir metoda benziyor. Bir anlamda bugün dahi eleştirilen rivayetleri kazanma anlamında yararlı bir metod olarak gözüküyor.
Aynı şekilde güneş tutulması olayıyla ilgili de ulaşabildiği rivayetleri toplamış ve bunları birleştirerek bir kurgu yapmıştır. Özellikle güneş tutulması olayıyla ilgili olarak söylemem gerekirse -olayın iyice araştırılıp değerlendirilmesi gerektiğini paranteze almak kaydıyla- makul bir kurgu yapıldığı söylenebilir. Zira bilimsel olarak güneş tutulmasının tarihi tespit edilebiliyor. Hz. Peygamber döneminde de olay bir kere vuku bulmuş. O halde güneş tutulmasından bahseden her bir rivayet aslında tek bir olaydan bahsetmektedir. Mesela bir Yahudi kadının kabir azabından Hz. Aişe’ye bahsettiği rivayet ile Hz. Peygamber’in oğlu İbrahim’in vefat süreci güneş tutulmasıyla irtibatlıdır. Görünüşte farklı olan bu iki olay ise aslında aynı zaman diliminde peşpeşe meydana gelmiştir. Önce Yahudi kadın-Hz. Aişe olayı yaşanmış, ardından İbrahim’in vefat süreci ile ilgili olaylar yaşanmıştır. Böylece olay birleştirilmiş olmaktadır. Böylece dağınık gibi duran parçalar bir araya gelmiş oluyor.
7. Bu yönüyle Bütünsel Yaklaşım, isabetli sonuçlar verecek bir görünüm arzetmektedir,. Bu metodun bütün sıkıntılarına rağmen ne yapacağı veya neye mal olacağı uygulamada görülmelidir. Onun için pek çok şeye uygulanarak metod test edilmelidir. Bir iki örneğe uygulanması test için yeterli değildir. Bütün bunlarla birlikte şunları da ifade etmek gerekir:
8. Metod, matbu mahtut ayrıca köşede bucakta kalmış kaynaklardaki her türlü bilginin hesaba katılmasını öngörmektedir. Tabii bilgisayar programı yardımıyla bunları sisteme girmek ve kodlayarak yararlanmayı kolaylaştırmak mümkündür. Zaten “programcılık” olmasa böyle bir metoddan bahsetmek dahi oldukça zordur. Böyle bir metoddan bahsedebilmeyi bu programcılık temin etmektedir. Peki, Hz. Peygamber dönemimdeki her bir “olay” tespit edilene kadar rivayetlere nasıl bakacağız? Rivayetleri delil olarak kullanabilecek miyiz? Rivayetlerden helal harama dair hüküm çıkarabilecek miyiz? Müellif, biz “tespit” yapacağız, hüküm çıkarmayacağız, diyor. Bizim tespitlerimiz üzerinden fıkıhçılar yeni metodlar eşliğinde düzenlemelere gidebilecektir, diyor. Bu, sıfırdan başlamak anlamına mı geliyor? Sıfırdan başlamak ise tüm “olay”lar tespit edilene kadar “geçiş dönemi” metodu veya rivayetlere bakışımız nasıl olacaktır?
9. Bu metod helal harama yönelik rivayetlere nasıl uygulanacaktır? Acaba icmaen haram veya farz bildiğimiz bir hükmün değişebileceği öngörülmekte midir? Eğer öngörülüyorsa şu anda yaptığımız amellerin helal veya haram olmasından kuşku içinde olmalı mıyız? Olmalı isek bir olaya helal veya haram hükmü vermek için bu metodun sonuçlarını mı beklemek zorundayız? Keşke helal veya harama yönelik bir örnek uygulama yapılsaydı! Bakalım, bu uygulama sonucu helal veya haram anlayışımızda bir değişiklik olacak mıdır? Bu metodun helal ve harama muhakkak uygulanması gerekir.
1o. Bu metod, rivayetlerin çelişmesi durumunda ne önermektedir? Doğrusu çelişiklik durumuna teorik olarak değinilmiştir. Ama oldukça teorik kaçıyor. Bazen rivayetler arasında ciddi çelişkiler oluyor. Hatta bu metoda göre zayıf, fasık, kazib herkesin rivayeti dikkate alınacağına göre bu çelişkiler katlanarak artacaktır. Bu durumda çelişkiler nasıl izale edilecektir? Dikkat edilirse cerh ta’dil de miadını doldurmuştur. Yani ondan yararlanma konusunda elimizi kolumuzu bağlamışızdır. Peki adaleti de esas almadığımıza göre çelişkiler nasıl izale edilecektir? Bu bana göre en ciddi problemlerden biridir. Yoksa astronomi, coğrafya vb. bilimsel verilere mi güvenilmektedir? Evet, bunların olduğu yerde bir güven hasıl olur. Ama her bir olay için bu tür veriler bulmak mümkün müdür? Dolayısıyla metodun istikbali için bir örnek uygulama ile çelişkilerin nasıl izale edildiği ortaya konulmalıdır.
11. Diyorum ki, bu metod aslında iyi bir siyer metodolojisi olabilir. Adına “Hadislerin Tespitinde” değil, “Siyerin Tespitinde” demek daha uygundur. Buna hadis metodolojisi demek zordur. Çünkü;
Yazara göre cerh-ta’dil ile ilgili eserler de dahil olmak üzere hadis literatürünün tamamı “bir belgeler manzumesi” olarak ele alınmaktadır. Tarihçi için arşiv ne ise Bütünsel Yaklaşım Metodu için de hadisler bir tür arşivdir, belgedir.
Cerh-ta’dil bilgileri, en önemlisi adalet ortadan kalkmaktadır. O kadar ki sahabeye bakış da değişebilmektedir. Sahabe bu metodda gözlemcidir. Dolayısıyla sahabe ile müşrik ve münafık arasında gözlemci olmak açısından herhangi bir fark yoktur. Zira müşrik veya münafık sahabe olmasa da gözlemcidir. Bütünsel Yaklaşım’da bir sahabi ile bir müşrik aynı konumda kabul edilir.
Bu metoda göre bir ravi bir rivayetinde adil iken başka bir rivayetinde adil olmayabilir. Bir ravide bir rivayetinde zayıf iken başka bir rivayetinde adil olabilir. Oysa bir ravi adil ise çoğu rivayetinde isabet etmiş ama birkaç rivayetinde hata edebilir. Bu hata onun adaletini ve zaptını ortadan kaldırmaz. Bir ravi zayıf ise başka bazı rivayetlerinde isabet edebilir. Çünkü adil ravilerin rivayetlerine muvafakat etmiştir. Ancak bu durum, onun zayıflığını ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla bir ravinin bir rivayetinde adil ama başka bir rivayetinde adil olamayacağı söylemi tuhaftır. En fazla denilebilecek şey şudur: Adil bir ravi, şu rivayetinde hata yapmıştır. Zayıf bir ravi falan rivayetinde isabet etmiştir. Yalancı bir ravi, şu rivayetinde doğru söylemiştir.
Bu metod iyi bir siyer metodolojisi olabilir; zaten muhaddisler -dikkat edilirse- cerh-ta’dil açısından zayıf olan tarihçilerin helal haramla ilgili rivayetlerine itibar etmemiş ancak bunların tarihî rivayetlerini itibara almışlardır. Bunun en güzel örneği İbn İshak’tır. Şu anda emin değilim ama Vakidî dahi itibara alınmış olabilir, şerhlerin hızlı bir taranmasıyla bu tespit edilebilir. Şundan eminim: İbn Hacer şerhinde tarihçilerin bir tarihî olayda icma etmesi durumunda Buharî’yi hatalı bulmuştur. Hatta icma değil de çoğunluk kanaati olduğunda dahi Buharî’yi yer yer eleştirmiştir. O eleştirmese bile Aynî muhakkak eleştirmiştir. Helal haram rivayetleri başka, siyer ve meğazî rivayetleri başkadır. Aynen fezail konusunda olduğu gibi bu konuda da tesahül gösterilmiştir. Bu bize neyi gösteriyor? Siyer ve meğazi konusunda aşağı yukarı her türlü raviden istifade edildiğini gösteriyor. Sonuç olarak hadis metodolojisi dinî hükmü belirlemeye yardımcı olmak maksadıyla adaleti (ve zaptı) esas alıyor. Bütüncül Yaklaşım ise adaleti esas almıyor. (hatta öznel görüyor ki, oldukça tartışmalıdır. Tabii bu hiç öznellik olmadığını göstermez) O halde bu metodoloji daha çok siyer metodolojisi olmaya layık gözüküyor. Zira adaleti esas almayan bir “ahkam” tespiti düşünülebilir mi? Yazar, düşünülebilir, diyor. “Ben, tespit ederim, gerisi fıkıhçıların işi. Ben, “tespit” ederim, onlar “hüküm çıkarır.” Bu, çok zor bir durumdur. Ama illada olur denilirse yapacak bir şey yoktur, uygulamada görmek gerekir.
12. Bu metod, herşeyi neredeyse öznel görürken kendi vardığı sonuçların olabildiğince nesnel olduğunu söylemektedir. Bu, nasıl olacaktır? İlginçtir, geçmiş usulün öznelliğinden bahsederken kuantum fiziğine atıfta bulunur. Der ki: Yeni fiziğe göre özne nesnesinden bağımsız değildir. O halde nesnellikten nasıl bahsedilebilir? İyi güzel de kauntum fiziğine bakacak olursak aynı eleştiri bu yeni metod için de geçerli olur. Özne nesnesinden bağımsız değil ki, nesnellik hasıl olsun!! Matbu mahtut-senedli-senedsiz bütün rivayetleri toplamak nesnelliği sağlamaya yetecek mi? Adaleti esas alarak inceleme yapmak öznel oluyor da, adaleti yok sayarak inceleme yapmak nasıl nesnel oluyor! Şayet nesnellikten kasıt astronomi, coğrafya gibi daha objektif verilerin kullanılmasıdır, deniliyorsa evet, bu, nispeten doğrudur. Güneş tutulması uygulaması da iyi bir örnektir. Ama her zaman böyle kesin veriler nerden, nasıl elde edilecektir?
13. Son olarak Bütüncül Yaklaşım metodunun en güzel tarafı hiçbir bilgiyi zayi etmemesidir. Onun içindir ki, Kur’an’a arz, akla arz diyerek rivayetlerin ziyaına oldukça şüpheli bakmaktadır. Çünkü bu arz işlemleri öznellik içermektedir. Öznel bir bakışla rivayetleri reddetmek hakkaniyetli bir bakış olamaz. Gerçi şunu da ilave edelim: Hiçbir bilgiyi zayi etmemek bir açıdan güzel, ancak şunu da belirtelim ki, fasık ve kazibin haberini de sisteme dahil etmek bakımından sıkıntılara yol açması hayli muhtemeldir. Böyle olmadığına dair uygulamalı örnekler ortaya koymalı, kamuoyu ikna edilmelidir. Bunlar bir yana bu metod bir emek mahsuludur. Devamı ise bir ekip işidir. Ferdin tek başına üstesinden geleceği bir şeye benzemiyor. Dolayısıyla muhakkak uygulamalı örnekler artırılmalı, çalışmanın devamı getirilmelidir. Keşke Görmez’in yaptığı gibi yeni metoda alan açmak için usul-i fıkıh eleştirisi yaptığı gibi Apaydın da usul-i hadis eleştirisi yapmasaydı! Ya da yapsaydı da toptan red yerine kendi usulunun faydalarından, kapsayıcılığından bahsetseydi!
İlk Yorumu Siz Yapın