İnsan, diğer canlılardan farklı olarak, yalnızca içgüdüleriyle değil, aynı zamanda değerleriyle de hareket eden bir varlıktır. Bu değerlerin en temelinde vicdan ve ahlak yer alır. Her ikisi de insanı insan yapan unsurlardandır; birbirlerine çok yakındırlar, neredeyse özdeştirler, ama yine de aynı şey değildirler. Bu yazıda vicdan ve ahlakın ayrışan yönlerini ele almak, aralarındaki ince ama hayati farkı tartışmak niyetindeyim.
- Vicdan, insanın içinde doğuştan var olan bir uyarıcı gibi çalışır; kötülük karşısında sızlar, zulme karşı isyan eder. Ahlak ise bu tepkinin ötesine geçer, insanı sadece kötülükten uzaklaştırmakla kalmaz, iyiliğe yönlendirir. Vicdan, zulme karşı koyar; haksızlık karşısında sızlar, ezilir, kahrolur. Ama iyiliği aramaz, merhameti kucaklamaz, peşinden koşmaz, yırtınmaz. Tek başına insanı yüceltmez; onu ahlakın doruğuna çıkaramaz. Oysa ahlak, yalnızca kötülüğe karşı durmakla yetinmez; iyiliğin izini sürer, merhametin peşinden gider. Vicdan adil kılmaz; sadece adaletsizliğe karşı ses yükseltir. Sevgi doğurmaz; sevgisizliği yadırgar. Merhamet sunmaz; yalnızca merhametsizliğe isyan eder. Ahlak ise bir yapıcıdır: Sevgiyi yeşertir, adaleti inşa eder, merhameti yaşatır, insanı olgunlaştırır, yüceltir.
- Vicdan, insanı, insanlık düzeyinde tutar. Bir insanlığın üstü vardır, bir de insanlığın altı, aşağısı vardır. İşte vicdan insanı ne üste çıkarır, ne de alta düşürür. İnsanlık düzeyinde tutar. Vicdanını kaybeden insanlığını kaybeder, tabir-i caizse hayvanlaşır. Ahlak insanı insanlık düzeyinin üstüne çıkarır, kemale erdirir, farkındalık meydana getirir. Vicdanını kaybeden insanlığını kaybeder, hayvanlaşır, dedik. Burada fiili kötülük ile meleke haline gelmiş kötülüğü arasını ayırmak lazım. Fiilî kötülük, kasıtlı ya da bir gerekçeyle yapılan, tekrarı henüz alışkanlık hâline gelmemiş bir kötülüktür. Bu tür fiiller nefsin zayıf anlarında veya çevresel baskılarla olabilir. Meleke hâline gelmiş kötülük, kötü davranışın süreklilik kazanmasıyla, insanın karakterine (ahlâkına) yerleşmesidir. Artık kişi bu eylemi sorgulamadan yapar, hatta onu doğru görmeye başlayabilir. O halde “kötü fiil” tekil, gerekçeli, bazen istisnaî bir eylemdir. “Kötü huy (ahlâk)” ise tekrar ve içselleştirme sonucu ortaya çıkan karakter özelliğidir. Bu durum, yapılan kötülüğün kalbi karartmasına benzer. Bir kötülük siyah bir nokta demektir. Pişmanlık siyah noktayı siler. Ama pişman olmayıp kötülüğe devam edilirse siyah noktalar çoğalır ve kalp kararır. İşte bu nokta tam olarak hayvanlaşmanın gerçekleştiği noktadır.
- Buna paralel olarak vicdan körelir. Zamanla dış dünyanın baskıları, ideolojiler, korkular ya da çıkarlar onun sesini bastırabilir. Körelmiş bir vicdan, zulmü adalet sanabilir, sömürüyü meşrulaştırabilir. Ahlak da elbette zedelenebilir, örtülebilir. Ancak onun etkisi daha derindedir; içseldir, ilke temellidir. Adil davranamayabilir belki ama zulmü asla adalet kabul etmez. Merhametsiz davranabilir ama merhametsizliği onaylamaz. Örtüyü kaldırmak kolaydır; fakat körelmiş bir vicdanı yeniden diriltmek zordur.
Düşünün ki, bir iş yerinde, yöneticinin çalışanlara adaletsiz davrandığını fark eden biri var. Bu kişi içten içe bir rahatsızlık duyar, arkadaşlarının haksızlığa uğramasından üzülür. Fakat susar. Çünkü konumunu kaybetmekten, dışlanmaktan ya da hedef olmaktan korkar. İşte bu vicdanın sesiyle sınırlı kalmaktır. Oysa bir başkası bu haksızlığa karşı çıkar, yöneticiyi uyarır ya da çalışanların hakkını savunacak yollar arar. Belki risk alır, belki zarar görür; ama ahlaki bir duruş sergiler. İşte bu da ahlaktır: yalnızca hissetmek değil, harekete geçmektir.
Sanat dünyasında da benzer bir ayrım görülebilir. Bazı sanatçılar, baskıcı bir rejimin gölgesinde yaşarken yapılan haksızlıkları hisseder, ama sessiz kalmayı tercih eder. Vicdanları rahatsızdır; fakat bu rahatsızlığı sanatlarına yansıtmazlar. Buna karşın, bazı sanatçılar sanatçılar, yalnızca görüp üzülmekle yetinmemiş; sanatı bir direnç alanına dönüştürmüşlerdir. Onların üretimi, vicdanın ötesinde, ahlaki bir sorumluluk taşır.
Hukuk dünyasında ise çok daha çarpıcı örnekler vardır. Tarihte birçok hukukçu, zalim rejimlerin yasalarına sadık kalarak zulmü meşrulaştırmıştır. Çünkü yasa, onlara göre hukuktur; yasa dışına çıkmak ise suçtur. Vicdanları belki sızlamıştır ama görevlerini sürdürmüşlerdir. Buna karşın, Peygamberler, onları örnek alan devrimciler mevcut kanun ve yasalara karşı insanlık mücadelesi, hukuk savaşı vermiş, adil olanı aramışlardır. Onlar, hukuku ahlakla bütünleştirmiştir. Yasal olan her zaman ahlaki değildir; işte bu ayrımı yapabilmek vicdan değil, ahlaktır.
Kısaca İsrail’in katliamlarına üzülmek, kahrolmak vicdandır. Ama boykot yapmak, uluslararası gündemde tutmak, gerekirse savaşarak zulmü yok etmek ahlaktır.
- Vicdan, nefs-i levvame gibidir. Ahlak, nefs-i mutmainne gibidir. Vicdan, kendini kınayarak insanlığını korur belki. İnsan kendini kınamasa ve kötülüğü normal görürse insanlık düzeyinden düşer. Ahlak ise kemaldir. Sürekli insanı yüceliğe taşır. Vicdan, ruhun iç sesi, içe bakan yönüdür. Ahlak dışa bakan yönüdür. Bu paragrafı biraz açmam gerekirse, şunları söyleyebilirim:
Vicdan, nefs-i levvameye benzer. Vicdan, insanın içsel sesidir ve kendini kınama mekanizmasının bir yansımasıdır. Bu da olması oldukça anlamlıdır. Vicdan, insanın etik sınırlarını ve değerlerini sorguladığı, içsel çatışmalar yaşadığı bir alan olarak kabul edilebilir. Nefs-i levvame, insanın hata yaptığı ve kendisini kınadığı bir düzeyi temsil eder. Bu benzerlik, vicdanın da insanı kendini eleştirme ve düzeltme yönünde harekete geçirdiğini gösteriyor.
Ahlak, nefs-i mutmainneye benzer. Ahlak, insanı sürekli olarak yücelten, kemale taşıyan bir olgu olarak tanımlanabilir, onun ideal bir hal ve insanın en yüksek potansiyeline ulaşma çabası olduğu söylenebilir. Nefs-i mutmainne, Allah’a yakınlık ve iç huzur halinde olan, arınmış bir ruh halini ifade eder. Burada ahlak, sadece iyi davranışlar değil, kişinin ruhsal olgunluğuna yönelik bir süreçtir de.
Bu benzerliğe dayalı olarak denilebilir ki, vicdan, insanı kınayarak kendini düzeltmeye yönlendiren bir içsel mekanizmadır. O, sadece kişisel bir etki değil, insanın etik gelişimiyle doğrudan ilişkilidir. Ahlak ise, insanı yücelterek daha yüksek bir olgunluk seviyesine taşır. Bu, vicdanın bireysel düzeyde etik bir sorumluluğu işaret ederken, ahlakın toplumsal ve manevi bir boyuta işaret ettiğini düşündürür.
Vicdanın “içe bakan yön” olarak tanımlanması, kişinin içsel dünyasında kendini sorgulayan bir mekanizma olarak kabul edilmesi, insanın içsel doğru ve yanlış algısını yaratma sürecine işaret eder. Ahlak ise, “dışa bakan yön” olarak toplumsal normlar ve diğer insanlarla ilişkilerde kendini gösteren bir olgudur.
- Bir başka açıdan bakıldığında bir kişinin vicdanının örnek gösterilemeyeceğini, ama ahlakının örnek olabileceğini söyleyebiliriz. Bunu da biraz açmak gerekir:
Vicdan kişisel bir yönelimdir; insanın içsel dünyasında, doğru ve yanlış arasındaki farkı anlamaya çalışırken duyduğu ses veya hislerin toplamıdır. Ancak vicdan, tamamen bireysel bir durumdur ve farklı insanlar farklı vicdanlara sahip olabilirler. Örneğin, bir kişi bir durumu doğru kabul ederken, bir başkası aynı durumu yanlış kabul edebilir. Bu durum, vicdanın kişisel ve değişken yapısına işaret eder. Bu yüzden vicdanın bir “örnek” olarak gösterilmesi çok zordur, çünkü birinin vicdanı, bir başka kişiye örnek olabilir ancak onu doğrudan rehber edinmek veya ona dayanarak doğru kararlar almak genellikle güvenilir değildir. Vicdan, öznel bir deneyimdir ve herkese hitap etmez.
Örnek olarak, bir kişi fakir birine yardım etmeyi vicdanen doğru bulurken, bir başka kişi aynı durumu “yardım etmenin o kişinin kendi sorumluluğu” olduğunu düşünüp vicdanen başka bir şekilde tepki verebilir. Burada vicdanlar birbirinden farklıdır ve her biri kişiye özgüdür. Bu yüzden vicdan, başkalarına örnek olarak sunulamaz.
Ahlak ise, toplumsal değerlerle, kültürel normlarla ve evrensel etik anlayışlarıyla şekillenen bir kavramdır. Ahlak, belirli bir toplumda ya da kültürde, doğru ve yanlışın ne olduğunu tanımlar ve genellikle bu değerler bir toplumda kolektif olarak kabul edilir. Ahlak kuralları, bireylerin birbirleriyle uyum içinde yaşamalarını sağlayacak şekilde yapılandırılmıştır ve insanlar, toplumun genel kabul gördüğü ahlaki kurallar doğrultusunda birbirlerine örnek olabilirler. Ahlak, başkalarına örnek olarak gösterilebilir çünkü daha evrensel bir anlam taşır ve insanlar arasındaki ilişkileri düzenler.
Örneğin, bir toplumda “yardımsever olmak” genellikle bir erdem olarak kabul edilir. Bu, bireylerin birbirlerine yardım etmelerini, empatilerini ve sorumluluklarını yerine getirmelerini sağlar. Buradaki “yardımseverlik” ahlaki bir davranıştır ve insanlar bu davranışı örnek alabilir. Bir kişi, yardımlaşma ve başkalarına yardım etme konusunda başkalarına örnek olabilir, çünkü bu davranış toplum tarafından doğru kabul edilmiştir. Aynı şekilde, dürüstlük, adalet, hoşgörü gibi ahlaki değerler de toplumlar arasında ortak kabul görmüş ve örnek alınması gereken değerlerdir.
O halde denilebilir ki, vicdan kişisel bir içsel yönelim olduğu için bir başkasına örnek gösterilemezken, ahlak daha genel geçer toplumsal kurallarla belirlendiği için örnek alınabilir.
- Ahlak vicdandan daha geniştir. Ahlak vicdanı kapsar ama vicdan ahlakı kapsamaz. Bu önerme, ahlakın vicdandan daha kuşatıcı, sistemli ve üst bir çerçeve olduğunu savunur. Vicdan, bir içsel sezgi ya da duyarlılık mekanizmasıdır; ancak ahlak, bu sezgilerin ilkeler, değerler ve davranış normları şeklinde dış dünyaya yansımasıdır. Yani vicdan, içsel bir pusuladır (ahlaki duyarlılık). Ahlak, bu pusulanın belirli normlara ve değerlere göre yapılandırılmasıdır (ilkeler ve davranış düzeni). Bu, ahlakın sadece bir duygu ya da tepki olmadığını, aynı zamanda akıl, ilke, toplumsal boyut ve değerler sistemine sahip olduğunu vurgular. Vicdan ise daha çok bireysel, içsel ve sezgisel bir yönü temsil eder. Bu bağlamda “ahlak vicdanı kapsar ama vicdan ahlakı kapsamaz” ifadesi doğrudur: Vicdan ahlaki davranış için ön koşul olabilir, ama ahlak onun ötesine geçer.
Sonuç olarak söylenebilir ki, vicdan insanı insanlık düzeyinde tutar; ama ahlak onu bu düzeyin üzerine taşır. Vicdan bir eşiği korur; ahlak ise o eşiği aşmaya çağırır. Vicdan insanın çökmesini engeller; ahlak ise yücelmesini sağlar. Bugün insanlık olarak belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, vicdanın susturulmadığı ama aynı zamanda ahlakın da unutulmadığı bir dengeyi bulabilmek. Çünkü yalnızca vicdanla yaşamak, bizi nötr bir iyiye hapseder. Oysa ahlak, eyleme çağırır; iyiliği seçmeye, adaleti inşa etmeye, merhameti paylaşmaya…
İlk Yorumu Siz Yapın