Muhtemelen diyebiliriz. Nasıl mı?
Birkaç örnekten yola çıkarak ifade etmek istiyorum.
Aile ilgili problemlere bakalım. Geleneksel toplumlarda geniş aile yapısı vardı. İnsanlar zaten yalnız değildi. Ve burada meselelerini konuşuyorlardı. İlginç bir paradoks ki, bazen geniş aile problemin kendisi olurken, bazen de problemi çözücü bir unsur olabiliyordu. Ama her halükarda insanlar konuşuyor ve halleşiyorlardı.
Çağımıza geldiğimizde batılı toplumlara bakalım. Geniş aileden çekirdek aileye geçildi. Haliyle problemler de ortaya çıktı. Batılılar, problemleri aşmak için aile psikolojisi, aile terapileri gibi yöntemler/kurumlar geliştirdiler. Buraya gelip konuştular, içlerini döktüler. Belki yalnızlıkları sıfırlanmadı, ama hafiflediler.
Teknolojinin sosyal hayatı tek tipleştirmesi ile aynı sorun bize de geldi. Zaten gelmesi kaçınılmazdı. Ama biz hazırlıksızdık. Din ve maneviyat bir ölçüde ihtiyacımızı karşılıyordu. Ama bir de görüldü ki, yetmez oldu. Müslümanlar, aile içi meseleleri konuşamaz oldu. Eşler arasında ebeveyn ile çocuklar arasında sorunlar gittikçe arttı. Müslümanlar aile içi meseleleri dışarıda konuşmayı, dışarıya yansıtmayı da pek hoş karşılamazdı. Yalnızlık katmerleşti. Ancak bu durum sorunu iki kat daha arttırdı. Tabii sorun içeride halledilemeyince mecburen psikologtu, terapi idi yeni arayışlar başladı. Şimdi de nefisle ilgili, insanın kendi ile ilgili problemlere bakalım. Her toplumda insanın kendi ile ilgili problemleri vardır. Geleneksel toplumlarda insan nefsi ile ilgili problemleri gidermeyi istiyorsa varacağı yer belliydi. Bir mürşid bulmalıydı. Tasavvufa giren bir insan, mürşidiyle hemhal olması suretiyle nefsiyle yüzleşeceğini biliyordu. Tasavvufta öyle bir paradoks vardı ki, bir taraftan inziva, zühd, tezkiye gibi vasıtalarla insanın yalnızlığını arttırır gibiydi, ama öbür taraftan aslında yalnızlığının ilacıydı. Nefsini tanımak, bir farkındalık yaratıyor, insan gideceği yolu biliyor ve yalnızlığını hafifletiyordu.
Çağımıza geldiğimizde, batılı toplumlarda bireyler yalnızlığını artık terapistlerle gideriyor veya sosyal medya mecralarında arz-ı endam ederek yalnızlıklarını hafifletiyorlardı. Burada kendini tanımak yoktu, sadece yalnızlığı gidermek söz konusuydu. Ama ne olursa olsun psikolojik açıdan bakıldığında da yalnızlığın hafifletilmesine yönelik adımlar atılmış oluyordu. Batılı toplumlar her zaman o kadar da şanslı değildi. Bazen gençlik, yalnızlığını sapkın ideoloji ve tarikatlerle gidermeye çalışıyor, ama bu durum, yalnızlıklarını hafifleteceğine daha da derinleştiriyordu.
Müslümanlar açısından baktığımızda aslında aynı süreç yaşanıyordu. Sorun aynı sorundu: Yalnızlaşma. Peki çözüm aynı çözüm müydü? Müslümanlar belki geneli itibariyle söylersek geleneksel kurumlara sıcak bakmıyordu. Modern kurumları da içselleştirmek o kadar kolay değildi. Sosyal medya yalnızlığı gidermenin araçlarından biriydi ama müslümanlar bunun nihai çözüm olmadığının farkındaydılar. İşte bu durum Müslümanların yalnızlığını bir kat daha arttırdı. Müslümanlar artık hep başkalarını eleştirir oldular, kendilerine dönüp bakamadılar. Bunu kendi içlerinde konuşamadılar bile. Bu, ihtiyaçları olmadığından değildi, bu ihtiyaçlarını giderebilecek kurumsal bir boşluktan ve zihinsel bir eşiği geçememekten kaynaklanıyordu. İşte bu durum ıztırapları daha çok artırıyor, yalnızlığı ikiye katlıyordu.
Yalnızlaşmanın bir sebebi de değerlerin yabancılaşmasıdır. Buna hiç girmiyorum bile. Önemsiz oluşundan dolayı değil, buna burada eğreti değinmenin konuyu tüketeceğinden dolayı… Evet, bence çözüm, bunları konuşmak, konuşabilmektir. Zor olduğunun farkındayım, ama imkansız değil.
İlk Yorumu Siz Yapın