İçeriğe geç

ALİMLERİMİZ HADİS TENKİDİNDE YANILAMAZ MI? EBU HANİFE VE AHMED B. HANBEL ÖRNEĞİ

Bu yazıyı yazarken bazı endişelerim yok değil! Bazıları “Ebu Hanife’yi eleştiriyor! Nasıl olur böyle bir şey? Sen kimsin?” diyecekler. Bir de “gördün mü, demek ki, Ebu Hanife de eleştirilirmiş, tabii ki biz de eleştireceğiz” diyecek olanlar var. Bazıları da “iyi de, zamanı mıydı, şimdi bu yazıyı istismar edip kendi sufli anlayışları için kullananlar olacak” diye düşünecek! Hemen ifade edeyim ki, bir kere bu yazının muhatabı usul nedir, araştırma nedir, hadis nedir, ictihad nedir bilmeyenler değil! Uzatmak istemiyorum. Onun için herkes rahat olsun ve yazıda ne anlatılmaya çalışılıyor, oraya odaklansın! 

Burada iki metin tenkidi örneği vereceğim. Ancak bana göre bu iki örnek isabetli değildir. Evet, hadisler reddedilmiştir. Ancak bu noktada isabet edilmemiştir. Burada iki İmam’ın iki tenkidini tenkit edeceğim.

  1. Ebu Hanife’nin iddiası, Kur’an’a aykırılık:

Öncelikle şunu ifade edeyim: Şimdi vereceğim örnek günümüzde neredeyse herkes tarafından hadisleri eleştirmenin temeli kılınmaktadır.  Yeri geldiğinde Ebu Hanife tanımayan insanlar bu örneğe can simidi gibi sarılmakta, Ebu Hanife’nin burada hata yapabileceğini aklından bile geçirmemektedir. Metin tenkidi elbette vardır, olmalıdır,  ama bunun için yanlış örneklere sarılmanın anlamı yoktur. Metin tenkidi yapmak için Ebu Hanife’ye ihtiyacımız yoktur, usul ve akl-i selim yeterlidir.

Şimdi Ebu Hanife’nin neyi nasıl tenkit ettiğini ortaya koyalım:

Ebu Hanife, el-Alim ve’l-Müteallim adlı eserinde şu hadisi kaydeder: “Mü’min zina edince, başından gömleğinin çıkarıldığı gibi, imanı da çıkarılır, sonra tevbe edince iman kendisine iade edilir.”

Ebu Hanife bunu naklettikten sonra kendisine sorulan bir soru üzerine bunu Kur’an’a aykırı bularak reddeder:

“Talebe sorar: ‘Mü’min zina edince, başından gömleğinin çıkarıldığı gibi, imanı da çıkarılır, sonra tevbe edince iman kendisine iade edilir.’ hadisini rivayet eden kimseler için ne dersiniz? Eğer tasdik ederseniz Haricîlerin (Haricîler, ameli imanın bir parçası olarak düşünen, büyük günah işleyenin kâfir olduğunu iddia eden bir fırka) prensiplerini kabul etmiş olursunuz. Onların görüşlerinden şüphe ederseniz, Haricîlerin prensiplerinde de şüpheye düşmüş ve ifade ettiğiniz haktan rücû’ etmiş olursunuz. Eğer, râvilerin sözünü tekzip edecek olursanız, onlar da sizi Hz. Peygamber’in sözünü yalanlamış olmakla suçlarlar. Çünkü onlar, Hz. Peygamber’e ulaşıncaya kadar, bu hadisi muteber kişilerden nakletmişlerdir.

Âlim (Ebu Hanife): Tekzip etmek, ancak ‘Ben Hz. Peygamber’in sözünü yalanlıyorum’ diyen kimsenin yalanlamasıdır. Lâkin bir kimse ‘Ben Hz. Peygamber’in söylediği her şeye iman ederim, fakat o kötülük yapılmasını söylemedi, Kur’ân’a da muhalefet etmedi’ derse, bu söz o kimsenin, Hz. Peygamber’i ve Kur’ân-ı Kerim’i tasdik etmesi; Allah’ın Resulünü, Kur’ân’a muhalefetten tenzih etmesidir. Eğer, Hz. Peygamber, Kur’ân’a muhalefet etse ve Allah için hak olmayan şeyleri kendiliğinden uydursa idi, Allah onun kudret ve kuvvetini alır, kalp damarını koparırdı. Nitekim bu husus Kur’ân’da şöyle belirtilir: ‘Eğer peygamber söylemediklerimizi bize karşı, kendiliğinden uydurmuş olsa idi, elbette onu kuvvetle yakalar, sonra da kalp damarını koparıverirdik. Sizin hiçbiriniz de buna mâni olamazdı.’ (Hâkka, 45-47) Allah’ın peygamberi, Allah’ın kitabına muhalefet etmez, Allah’ın kitabına muhalefet eden kimse de Allah’ın peygamberi olamaz. Onların rivayet ettikleri bu haber Kur’ân’a muhaliftir. Çünkü Allah; Kur’ân-ı Kerîm’de ‘Zina eden kadın ve erkek…’ (Nur, 2) ayetinde zâni ve zâniyeden iman vasfını nefyetmemiştir. Keza, ‘Sizden fuhşu irtikap edenlerin her ikisini de…’ (Nisa, 16) ayetinde Allah “sizden” kaydı ile Yahudi ve Hıristiyanları değil, Müslümanları kastetmektedir. O halde Kur’ân-ı Kerim’in hilafına, Hz. Peygamber’den hadis nakleden herhangi bir kimseyi reddetmek, Hz. Peygamber’i reddetmek veya tekzip etmek demek değildir. Bilakis, Hz. Peygamber adına bâtılı rivayet eden kimseyi reddetmek demektir. İtham Hz. Peygamber’e değil, nakleden kimseye râcidir. Hz. Peygamber’in söylediğini duyduğumuz yahut duymadığımız her şey can, baş üstünedir. Biz onların hepsine iman ettik, onların Allah’ın Resulü’nün söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz. Keza Hz. Peygamber’in, Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmediğine, Allah’ın kullarına ulaştırılmasını emrettiği bir şeye de mâni olmadığına şahitlik ederiz. O, hiçbir şeyi Allah’ın tavsif ettiğinden başka şekilde tavsif etmez. Yine şehadet ederiz ki O, bütün işlerde Allah’ın emrine muvafakat etmiş, hiçbir bid’at ortaya koymamıştır. Allah’ın söylemediği hiçbir şeyi de, Allah’a isnat etmemiştir. Bunun için Allah Teâlâ ‘Kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.’ (Nisa, 80) buyurmaktadır.” (Bk. İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, Terc. Mustafa Öz, İstanbul, 1992, “el-Âlim ve’l-Müteallim”, s: 24-25)

Öncelikle ifade edelim ki, Ebu Hanife’nin naklettiği hadis şu lafızlarla sabit olmuştur: “Bir kul zina ettiğinde iman ondan çıkar, gölgelik gibi başının üzerinde bulunur. O işi bıraktığı vakit iman tekrar kendisine döner.” (Tirmizî, İman, 11)

Bu hadisi manen destekleyen başka hadisler de vardır:

  1. Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Zina eden mü’min olduğu halde zina etmez; hırsız çalarken mü’min olduğu halde çalmaz; şarap içen mü’minken şarap içmez. Ama tevbe ettikleri takdirde tevbelerinin kabulü umulur” (Buharî, Mezalim, 30; Ebû Dâvûd, Sünnet, 15; Tirmizî, İman, 11)
  2. Ebu Hureyre’nin rivâyetine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Mü’min bir kişinin kalbinde cimrilik ve iman bir arada bulunmaz.” (İbn Hanbel, Müsned, II, 256)
  3. İbn Mes‘ûd’dan naklen, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kalbinde zerrece kibir olan asla cennete giremez.”
  4. Enes b. Mâlik şöyle demiştir: “Allah”ın Peygamberi (sav) bize hutbe verdiği zaman mutlaka şöyle buyururdu: “Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur; ahde vefa göstermeyenin ise dini yoktur.” (İbn Hanbel, Müsned, III, 134)

Eğer Ebu Hanife’nin yöntemi üzre gidersek bütün bu hadisleri Kur’an’a aykırı görmemiz ve reddetmemiz gerekecektir. Buna gerek var mı? Yoktur. Zira meselenin aslı başka olup bu hadisleri anlamanın imkanı vardır. Bu ve buna benzer hadislerden maksat,  büyük günah işleyenin kâfir olacağı değil, kamil, olgun imana sahip olmayacağını bildirmektir. Çünkü günahlar imanın aslını olumsuz şekilde etkilemese de, imanın kemalini etkiler. Hadisteki imandan murad kâmil manadaki imandır, imanın kendisi değildir. Nitekim Peygamberimiz (a.s.) yukarıda geçen hadisleriyle bunu bildirmiştir.

Peki Ebu Hanife ne yapmıştır? Hadisi tenkit etmiştir. Çünkü Ebu Hanife’ye göre iman tasdikten ibarettir. Amel, imanın bir şartı, bir cüz’ü değildir. Çoğu ehl-i hadise göre ise iman, tasdik + ameldir. Ancak müteahhir dönemde bir orta yol bulunmuştur. Bu, bir yana öyle anlaşılıyor ki, Ebu Hanife, hadisi, günahkâr mü’minin dinden çıkacağı şeklinde, amelin imandan bir parça olduğu şeklinde anlamıştır. Onun Kur’an’dan ve dahi sahih hadislerden anladığı ise bunun aksinedir. Allah, günahkârlara da mü’min demiş, ameli imandan kılmamıştır. Oysa mesele hadis söz konusu olduğunda onun anladığı gibi değildir. Yukarıda hadislerin nasıl anlaşılabileceğini ifade ettik.

Sonuç olarak denilebilir ki, hadis, günah işlemenin Allah katında ne kadar büyük bir mesele olduğunu vurgulamaktadır, günah işleyenin dinden çıktığını değil. Hadiste ise çok güzel bir benzetme yapılmıştır. Allah’ın haram kıldığı bir fiili işlemek iman söz konusu olduğunda nasıl mümkün olacaktır? Sanki iman o kişiden o anda çıkmakta; günahı da öyle işleyebilmektedir. İman olduğu halde günahı işlemek ne mümkün?! Ancak şu bir vakıa ki, iman olduğu halde de günah işlenebilmektedir. İnsanın tabiatı böyledir. Tevbe de bunun için vardır. Dolayısıyla böyle durumlarda hakikaten iman çıkıp kişi kafir olmamaktadır. Vurgu işlenen günahın büyüklüğünedir, imanla bağdaştırılamamasınadır, imanın kemal noktasına varamamasınadır, Allah’ın haramlarına hürmet göstermemenin yol açtığı sonucadır.

Not. el-Alim ve’l-meteallim adlı kitabın Ebu Hanife’ye nispeti tartışmalıdır. Ona aidiyetini sahih kabul edenler de etmeyenler de vardır. Bunu da bilmek de fayda vardır.

  1. Ahmed b. Hanbel’in iddiası, hadislere aykırılık:

İmam Ahmed’in metin tenkidi örneği de ilginçtir. Bu da günümüzde sahih olduğu halde metnin eleştirilebileceğine örnek olarak verilmektedir. Elbette isnad sahih olsa da metin her zaman tenkide açıktır. Ancak bunun için böyle bir örneğe ihtiyacımız yoktur. Üstelik, gerçekten İmam Ahmed’in tenkidi ilginçtir! Hadisi nakletmiş, ölüm hastalığı sırasında oğluna onun üstünü çiz demiştir. Neden o zamana kadar o hadisi eleştirmemiştir? Gerçekten bazen aklıma acaba oğlunun aktardığı bu olay gerçek midir, diye bir soru da gelmiyor değil! Bunlar bir tarafa şimdi ilgili rivayeti nakledelim:

 

فقال الإمام أحمد: ثنا محمد بن جعفر، ثنا شعبة، عن أبي التياح، عن أبي زرعة بن عمرو بن جرير، عن أبي هريرة، عن النبي صلى الله عليه وسلم قال: “يهلك أمتي هذا الحي من قريش”، قالوا: فما تأمرنا يا رسول الله؟ قال: “لو أن الناس اعتزلوهم”. هذا حديث صحيح رواه البخاري ومسلم من هذا الوجه، لكن استنكره الإمام أحمد بآخره، وهو من قول ولده عبد الله، فرويناه عن عبد الله بن أحمد عقب روايته لهذا الحديث في المسند عن أبيه، قال: قال لي أبي في مرضه الذي مات فيه: اضرب على هذا الحديث، فإنه خلاف الأحاديث عن النبي صلى الله عليه وسلم، يعني قوله: “اسمعوا وأطيعوا واصبروا”.

 

“Hz. Peygamber: Ümmetimi, Kureyş’e mensup şu hayy (kabile) mahvedecektir, dedi. İnsanlar: Ne emir buyurursunuz? deyince, Peygamber: Keşke insanlar onlardan uzak dursalar, dedi.” (Ahmed, II, 301; Buharî, Menakıb, 25; Müslim, Fiten, 18) Bu hadis sahih olup Buharî ve Müslim onu bu tarikten nakletmiştir. Fakat İmam Ahmed, hadisin son kısmını münker bulmuştur. Bu, oğlu Abdullah’ın sözüdür. Abdullah b. Ahmed, babasından bu hadisi “el-Müsned”de rivayet ettikten sonra şöyle demiştir: “Babam, ölüm hastalığındayken bana dedi ki: ‘Bu hadisi at, çünkü o, Peygamber (s.a.v)’den gelen diğer hadislerle çelişiyor. Bununlai ‘itaat edin, dinleyin ve sabırlı olun’ şeklindeki hadisleri kastediyordu.” (Bk. Hallal, el-Muntehab mine’l-ilel, s. 132; İbn Hacer, Lezzetu’l-ayş fi turuki hadisi el-Eimmetu min Kureyş, s. 93)

İbn Hacer, yöneticilerin Kureyşten olacağına dair hadisin tariklerini topladığı eserin sonunda buna aykırı olabilecek “Ümmetimin helaki, şu Kureyş kabilesinin ellerinden olacak” mealinde hadisler nakletmiş, Ahmed b. Hanbel’in sözüne de bu çerçevede temas etmiş, başka herhangi bir değerlendirme de yapmamıştır.

Peki bu hadis, gerçekten Ahmed b. Hanbel’in dediği gibi “dinleyin, itaat edin” mealindeki diğer hadislere aykırı mıdır?

“Keşke insanlar onlardan uzak dursalar!” sözünden ne kastedilmektedir? Bundan şu iki şey anlaşılabilir:

  1. Yani onlara halifelik konusunda biat etmeselerdi.
  2. Veya onlara işledikleri günahlarda muvafakat göstermeselerdi ve bu konularda onlara itaat etmeselerdi.

Bu durumda mezkur hadis “dinleyin, itaat edin” hadisine aykırı mıdır? Değildir. Bu ifade, halkın zalim veya günahkâr yöneticilerle ilişkisini kesmesini, onları desteklememesini, biat etmemesini veya onlara günah olan işlerde itaat etmemesini tavsiye eder. Bu, yöneticiye doğrudan isyan değil; onun zulmüne ve günahına ortak olmamak anlamında bir mesafe koyma çağrısıdır.

Evet, dinleyip itaat etmekle ilgili hadis var. Hatırlayalım: Size başkanlık eden Habeşli bir köle dahi olsa, dinleyin ve itaat edin.” (Müslim, İmâre, 34) Ancak bu hadis genel bir itaat emridir. Fakat bu itaatin mutlak olmadığı da yine sahih hadislerle sınırlandırılmıştır: “Yaratan’a isyan olan konuda hiçbir yaratılana itaat yoktur.” (Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, İmâre, 39) Dolayısıyla, “dinleyin ve itaat edin” hadisi meşru ve günah olmayan emirlerle sınırlıdır. Zalim yöneticinin meşru emrine itaat edilir, ama zulüm ya da isyana çağıran bir emrine itaat edilmez.

Ehl-i Sünnet uleması genelde fitneden sakınmak adına yönetime karşı isyanı uygun görmemiştir. Ancak bu, yöneticinin her fiilinin tasdik edilmesi gerektiği anlamına gelmez.

Yöneticilerin meşru olmayan emirlerine karşı sessiz kalmak, hatta destek olmak, toplumun da vebale ortak olması anlamına gelir. Bu yüzden hadis, “keşke insanlar onları yalnız bıraksaydı…” diyerek bu ortaklığın önüne geçilmesini salık verir. Bu da İslam’daki itaat kavramının mutlak değil, kayıtlı bir itaati ifade ettiğini gösterir.

Ben olsam hadisi bu açıdan değil de başka açılardan tenkit ederdim. Mesela, “Ümmetimi, Kureyş’e mensup şu hayy (kabile) mahvedecektir” ifadesi dikkat çekici değil midir?

  1. Bu hadis “İmamlar Kureyştendir” hadisine ve Kureyş’i öven diğer hadislere aykırı sayılamaz mı?
  2. Peygamber, ümmeti mahvedecek bir kabileye açıkça işaret etmesi siretine uygun mudur?

Yine de kısaca bunlara şöyle cevap verilebilir: Hadisin hangi bağlamda söylendiğini bilmiyoruz. Bununla birlikte maksad kişiler değil, yol ve yöntemlerdir. Yani Kureyş’in sapmasından ve adaletten ayrılmasından kaynaklanan tehlike ve fitnedir. “İmamlar Kureyştendir” ama aynı zamanda, adaleti terk ederlerse ümmete zarar verecekleri de bildirilmiş olmaktadır. Dolayısıyla soy değil, adalet belirleyicidir. Bu, İslâm’ın temel mesajlarından biridir: Üstünlük soyda değil, takvadadır. Tabii ki, bu şekilde bir yorum olabilir, ancak ben yine de bir kabileye –ki, onu da biz bilmiyoruz, oradakiler biliyor- açıkça işaret edilmesini anlamakta zorlanıyorum. Bu zorlanmamı giderecek bazı şeyleri tespit etmek mümkündür. Mesela;

İbn Battal, şöyle ilgi çekici bir tespitte bulunur:

“Ebu Hureyre’den gelen başka bir rivayette, bu ‘helak’ ifadesi daha açık biçimde beyan edilmiştir. Bu rivayeti Ali b. Maʿbed ve İbn Ebî Şeybe, Ebu Hureyre’den farklı bir senetle rivayet etmiştir. Rivayet şöyledir:

Resûlullah (s.a.v.) buyurdu: ‘Çocukların yönetimine (imâretü’s-sıbyân) düşmekten Allah’a sığınırım.’ Sahabiler: ‘Çocukların yönetimi nedir?’ diye sordular.
O da şöyle buyurdu: ‘Onlara itaat ederseniz, dininiz helak olur. Eğer onlara karşı gelirseniz, sizi helak ederler.’ Yani sizi ya canınıza kast ederek, ya da malınızı alarak yahut ikisini birden yaparak dünyanızı harap ederler. İbn Ebî Şeybe’nin rivayet ettiği başka bir versiyonda ise şu ifade yer alır: Ebu Hureyre çarşıda yürürken şöyle dua ederdi:
‘Allah’ım! Beni hicrî 60 yılına ve çocukların yönetimine ulaştırma!’

Bu ifadede, küçük yaşta yönetime gelen ilk yöneticinin (küçük sultanlar) Hicrî 60. yılda ortaya çıktığına dair bir işaret vardır. Nitekim gerçekten de durum böyledir: Yezîd b. Muâviye o yıl halife olmuş ve 64. yıla kadar (yaklaşık dört yıl) görevde kalmıştır. Ardından oğlu Muâviye (Muâviye b. Yezîd) halife olmuş, fakat birkaç ay sonra vefat etmiştir. Bu rivayet, daha önce Ebu Zür’a’nın Ebu Hureyre’den rivayet ettiği ‘Bu Kureyş kabilesi, insanları helak edecek’ şeklindeki nübüvvet alametiyle ilgili hadisi tahsis eder. Yani burada kastedilen, Kureyş’in tamamı değil; onların içinden çıkan genç ve tecrübesiz yöneticilerdir. Kastedilen şudur: Bu gençler, saltanatı istemeleri ve bunun için savaşmaları sebebiyle insanlara zarar verirler. Bunun sonucunda halkın durumu bozulur, işler karışır ve ardı ardına çıkan fitnelerle büyük bir kargaşa meydana gelir. Nitekim olaylar da, Allah Resûlü’nün (s.a.v.) haber verdiği şekilde meydana gelmiştir.”

O zaman şöyle demek mümkün gözüküyor: Müslümanın üzerine düşen, fitne yerlerinden uzak durmasıdır; çünkü hiç kimse, fitnelerden kendisi adına emin olamaz. Masum olan, Allah Teâlâ’nın koruduğu kimsedir. Hz. Peygamber, ümmetine fitne zamanlarında ne yapılması gerektiğini göstermiş ve onların bu fitnelere dalmalarının kötü sonuçlarından sakındırmıştır. Bu hadiste Hz. Peygamber, Kureyş kabilesinin bazı gençlerinden bazılarının insanları helake sürükleyeceğini haber vermektedir. Bu, Kureyş’in tamamı değil, içlerinden genç olan bazılarıdır. Bu da onların saltanatı talep etmeleri ve bu uğurda savaşmaları sebebiyle olur. Böylece insanlar karmakarışık hâle gelir, düzenleri bozulur ve helak olurlar. Böylelikle bu Kureyşliler, halkın helakine sebep olurlar. Burada kastedilen ‘helak olan insanlar’, zulüm ve adaletsizliğin meydana geldiği o çağda yaşayanlar ile onların etrafında bulunanlardır. Yoksa kıyamete kadar bütün ümmetin helaki kastedilmemektedir. Sahâbîler bu döneme erişmeleri hâlinde ne yapmaları gerektiğini Hz. Peygamber’e sordular. O da şöyle buyurdu: “Keşke insanlar onlardan uzak dursaydı…” Yani onlara karışmasalar, onlarla birlikte savaşmasalar ve dinlerini fitnelerden koruyarak kaçıp uzaklaşsalar, bu kendileri için daha hayırlı olurdu.

Yapılan yorumlar böyle!

Sonuç olarak evet, bu örnekler sahih hadislerin de tenkit edilebileceğini göstermesi açısından önemlidir. Bu, ayrı bir konu… Ama görüldüğü gibi hadislerin reddini gerektirecek fazla bir şey de yoktur. Peki bu iki büyük imamı hadisin reddine sevkeden şey nedir? Kesin bir şey demek zordur ancak bazı tahminler yapmak mümkündür.

Ebu Hanife örneğinde sanki kelami veya itikadi inanç hadisin reddinde etkili olmuş gibidir. Ebu Hanife’ye göre mü’min günah işlediği için dinden çıkmaz. Ama ona göre hadis böyle bir insanın artık mü’min olmadığını ifade etmektedir. Bu ise daha kuvvetli delillere, yani Kur’an’a ve hatta sahih hadislere aykırıdır.

Ahmed b. Hanbel örneğinde sanki baskıların son bulması hasebiyle siyasi iktidarla hoşgörülü bir ortamın yakalanması hadisin reddinde etkili olmuş gibidir. Muhtemelen bu hadise dayanarak siyasi iktidara isyan edebilecekler olabilir. İmam, sanki bu isyanların yakalanan birlik ve hoşgörü ortamını baltalayacağını düşünmüştür.

O zaman denilebilir ki, imamlar da yanılır, istemeseler de bazı şeylerin etkisi altında kalabilirler. Tabii bu, tüm eylemlerine yansıyan genel bir durum değildir. Olması da düşünülemez. Ama az da olsa böyle bir durum görülebilir. Nasıl ki, fıkıh üretme ve fetva vermede bazen sosyo-kültürel şartların etkisi söz konusudur, aynen öyle hadislerin reddinde de bu etki görülebilir. Bunu doğal kabul etmek lazım. Doğal olmayan şey, o imamların tırnağı olmayan insanların bu örneklerden cesaret alarak gelişi güzel hadis reddine kalkışmışlarıdır. Bu da aynen fetvanın f’sini bilmediği halde Ebu Hanife ile boy ölçüşmeye kalkmak gibidir.

Kategori:Yazılar

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir