Burada selefilerle ehli sünneti ayırmış görünüyorum! İfadenin mecburiyetinden… Yıllar önce ifade ettiğim noktadayım: Selefiler ehli sünnetin yaramaz çocuklarıdır.
Bunu not ettikten sonra asıl meseleye dönersem, hemen belirteyim ki, çağdaş selefiler dedimse de bunun içine İbn Teymiye’yi de katabiliriz. Yukarıdaki soruya verilecek cevap ise “bence mümkün” olacaktır. Ancak bunun için her iki tarafın birbirine adım atması; her iki tarafın söylemlerini yumuşatması gerekiyor. En önemlisi her iki tarafın birbirini anlaması gerekiyor. Ve her iki tarafın hatalarını kabul etmesi gerekiyor.
Peki nasıl olacak bu iş?
Selefilerle anlaşamadığımız epey bir konu var. Ancak ehli sünnet olup olmamayla ilgili temel konu Allah’ın sıfatları ile alakalı olandır. Selefilerin, eleştirdiğimiz tekfir konusu çok yanlış olmakla birlikte onları ehli sünnet olmaktan çıkarmaz. Yine eleştirdiğimiz mezheplere karşı biraz mesafeli duruşları onları ehli sünnet olmaktan çıkarmaz. Yine asla kabul edemeyeceğimiz tasavvufa şirk demeleri de onları ehli sünnet olmaktan çıkarmaz.
Onları ehli sünnet olmaktan çıkaracak olan temel görüş teşbih veya tecsim inancıdır. Şayet selefiler kesin ve sarih bir şekilde teşbih veya tecsim inancında iseler onları ehli sünnet kabul etmek mümkün değildir. Peki selefilerin inançları böyle midir?
Diğer taraftan selefiler de ehli sünnet dediğimiz kelamcıları ehli bidat olarak vasıflandırıyor. Eş’ari ve Maturidilere sert eleştiriler yapıyorlar. Eş’ari ve Maturidilere yönelik bu eleştiriler haklı eleştiriler midir?
Bu durumda sorun ortaya çıkmış oluyor: Ehli sünnet, teşbih veya tecsim inancında olduğu için selefilere sapkın; selefiler de tevil yapıp selefin yolundan ayrıldıklarını düşündükleri için kelamcılara ehli bidat diyor.
Peki şimdi ne olacak? Bu durumu nasıl anlayacağız ve nasıl uzlaştıracağız? Mümkün mü uzlaşı?
Öncelikle şunu belirtmem gerekir: Selef mezhebi ile selefiliği, tam olmasa da nispeten ayrı mütalaa etmek gerekir. Evet, birbirinden tamamen farklı değillerdir belki, ama bir üslup farklarının, bir vurgu farklarının olduğu açıktır. O zaman yukarıdaki durumu anlamak için bu ayrımdan yola çıkalım.
Selef mezhebinin görüşü İmam Malik’in ifadelerinde billurlaşmıştır. İmam Malik’e istiva meselesi sorulduğunda cevabı çok kısa olmuştur: İstiva malum, keyfiyeti meçhul, hakkında soru sormak bidattır. Bu görüş kısaca teslim veya tefviz olarak ifade edilir. Buna göre sıfatlar konusunda yorum yapılmaz, keyfiyet Allah’a havale edilir.
Selefin yolundan gittiğini söyleyen selefiler ise şöyle derler: Allah arşa oturmuştur. Ancak bu bizim oturuşumuz gibi değildir. Allah’ın eli vardır ancak bu bizim elimiz gibi değildir.
Bugün selefilerin bu anlayışı tefviz değil ispat olarak değerlendirilmektedir. Yani istiva, el, yüz gibi lafızlar bir uzuv olarak Allah için ispat edilmekte, O’na isnat edilmektedir. Onun için de bu anlayışa tecsim inancı denmektedir. Zira ortada uzuv isnat ve ispatı vardır. Ayrıca hem ispat edip ardından tenzihte bulunmak da bir çelişki olup işi kurtarmamaktadır.
Görüldüğü gibi selef mezhebi ile selefilerin görüşü arasında bir fark vardır. Ancak bu fark derece farkı mıdır, mahiyet farkı mıdır? Üslup farkı mıdır, itikat farkı mıdır?
Benim anladığıma göre bu fark bir derece farkı, bir üslup farkıdır. Gerçi bu fark da önemlidir, ancak kişiyi tecsim inancında kılıp ehli sünnetten çıkaracak kadar değildir. Onun için selefilerin sıfatları bu şekilde ifade etmesine hatalıdır diyorum ancak bu hata onları ehli sünnetten çıkarmaz. Çünkü niyetleri Allah’a uzuv ispat etmek değildir. Allah’a uzuv ispat etmek olsaydı, o zaman ehli sünnetle alakaları kalmazdı.
Evet, selefilerin niyeti Allah’a uzuv isnat etmek değil ama sıfatları dile getirişleri de kesinlikle hatalıdır. Hatta bu üslup selef alimlerinin yolundan da ayrılmaktır. Çünkü selef alimleri, örneğin, “istiva, yedullah malum” demişler, başka bir açıklama yapmamışlardır. Ancak yeni selefiler “Allah arşa oturmuştur, Allah’ın eli vardır” demişlerdir. Burada şeklen bir ispat vardır, ama niyet olarak kanaatimce bu ispat yoktur. Onun için bu ifade tarzı hatalıdır, terk edilmesi gerekir. Ancak buna dayanarak da selefileri ispat ehli, tecsim ehli, teşbih ehli olarak görmek de yanlıştır. Bununla birlikte sarih bir şekilde yani Allah’ın bizim gibi bir eli vardır şeklinde, niyet olarak da bir uzuv isnadı söz konusu ise elbette bu teşbih veya tecsim inancı olacaktır. Bu da ancak selefi olduğunu söyleyen kişiye “sen bu ifadenle Allah’a beşeri bir uzuv mu isnat ediyorsun?” şeklinde soru sorarak anlaşılabilecek bir şeydir. Bu soruya “evet” diyeceklerini zannetmiyorum.
Selefilerin, kelamcıları ehli bidat olarak nitelemesine gelince, hemen belirtmek gerekir ki, tüm selefiler katı değildir. İçlerinde gerçekten kelamcıların bidat ehli olduğunu söyleyenler de, hatalı olsalar da bidat ehli olmadığını söyleyenler de vardır.
Kelamcılara bidat ehli demeyi geçtim, acaba tevil etmek suretiyle hatalı davrandıklarını söylemek mümkün müdür? Bence hatalı davrandıklarını söylemek de mümkün değildir. Kendi dönemlerinin ihtiyacı olarak gayet isabetli davranmışlardır. Hatta bugün de tercih edilecekse tevil görüşünün tercih edilmesi daha isabetlidir. Çünkü selef mezhebinin görüşü kabul edilse dahi, onu bir başkasına izah etmek oldukça güçtür. Çünkü nasıl ifade edilirse edilsin akla Allah’ı beşer gibi tasavvur etmek üşüşecektir. Bundan kurtulmanın en sağlam yolu tevildir. Bunu bir kenara koyarak tekrar sormak gerekirse, kelamcılar tevil etmekle hatalı davranmışlar mıdır?
Hatalı davranmamışlardır. Çünkü kelamcılar, selef alimlerinin de yaptığını doğru kabul etmiş, ancak zamanın ihtiyaçlarına cevap verebilecek en sağlam yolun tevil olduğunu düşünmüşlerdir. Şayet selef alimlerinin yaptıklarına yanlış gözüyle baksalardı, o zaman kelamcıların konumu bayağı bir tartışmalı olurdu.
Hatalı davranmamışlardır, çünkü tevil bir imkandır. Lafzı muhtemel manalarından birine hamletmektir. Lafzı muhtemel en iyi manasına hamletmeyi gerekli kılacak bir zorunluluk da vardır. O da “Allah’ın hiçbir şeye benzemediğini” ifade eden ayetin tâ kendisidir. İstiva veya yedullah hakkında konuşmamak nasıl mümkün ise bunları Allah’ı insan gibi çağrıştıracak manalardan soyutlayarak tevil etmek de aynen öyle mümkündür.
Yine hatalı davranmamışlardır, çünkü tevil bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. Ashab ve tabiun döneminde bu tartışmalar toplumu kuşatıp herhangi bir probleme yol açmış değildi. Ancak sonradan çeşitli ihtiyaçlar ve sorunlar ortaya çıkınca, tevil zarureti hasıl olmuştur. Aynen bazı ayetlerin anlaşılmasında ashab ve tabiun döneminde problem olmaması, ancak sonradan sorunlar ortaya çıkınca tevil zaruretinin hasıl olması gibi. Örneğin, huruf-i mukattaa. Ashab ve tabiun döneminde bunları tefsir etmeyi gerekli kılacak bir ortam yoktu. Ama sonradan öyle bir ihtiyaç ortaya çıktı ki, bunları tevil etmek kaçınılmaz oldu. İlk zamanlar bunları tevil etmemek güzel görülebilirken, daha sonraları tevil etmek güzel olmuştur. Huruf-i mukattaa hakkında 40’a yakın görüş ortaya çıkmış, ancak içlerinden ilk üç dört tanesi daha isabetli bulunmuştur. Şimdi bizler bu görüşler ashab ve tabiun zamanında yoktu diye böyle anlamayı bidat olarak mı değerlendireceğiz? Böyle bir şey mümkün müdür? Asla değildir.
Bütün bunlardan ortaya çıkan sonuç şudur:
Birbirimizi anlayalım. Ehli sünnet olduğunu iddia edenler eğer birbirlerine yıpratıcı dil kullanırlarsa, bu herhalde uygun olmayacak, bu bir yana ihtilafları daha da derinleştirecektir. Tarihsel sorunları belki halletmek o kadar kolay olmayacaktır, ancak bence birbirimize adım atmayı denemekte fayda vardır. Buna göre selefiler kelamcılara ehli bidat demeyi terk edecekler, ihtiyaç olduğunda tevil etmenin güzel olduğunu kabul edeceklerdir. Zor bir şey dediğimin farkındayım, ama selefiler bunu denemek zorundadırlar. Böyle yapmakla yine selefi kalabilirler. Karşıdaki Müslümanın yaptığını güzel, kendisinin yaptığını daha sağlam görebilirler. Kendilerinin yaptığını ihtiyata daha uygun, ama kelamcıların yaptığını dönemin ihtiyaçlarına cevap verebilecek daha güzel bir yol olduğunu kabul edebilirler. Yine selefiler, sıfatları anlamada usluplarını netleştirmelidirler, bunu deneyebilirler, denemelidirler. Yapacaklarsa selef alimleri gibi yapmalılar, teşbih veya tecsim çağrıştıracak ifadelerden kaçınmalıdırlar.
Kendini ehli sünnet olarak kabul edenler de selefilere yönelik daha ılımlı bir dil kullanabilirler. Selefilerin sıfatları dile getirişinde bir hata olduğu söylenebilir, ancak onların niyetlerinin asla Allah’a uzuv isnat etmek olmadığı da ifade edilebilir. Niyet deyip geçmemek lazım! Çoğu meseleyi değerlendirmede niyet önem arz ediyor! Sıffında kan dökülmüştü! Bu kanın insanlara sıçramasını önleyen onların bu işe girişirkenki yorumları, içtihatları, kısaca niyetleri değil miydi? Ama sonuçta bir taraf yine hatalıydı! Böyle bir yöntemle hareket edebiliriz. Bunun da zor olduğunu biliyorum, ama denemeye değer!
İlk Yorumu Siz Yapın