İçeriğe geç

HADİSTE TİKSİNDİRİCİ BİR İFADENİN VARLIĞI İLLET OLABİLİR Mİ?

Yıllar önce bir hadisle ilgili kısa bir değerlendirme yazdım.  Hadis sened olarak reddi gerektirecek bir illet taşımıyor gibiydi. Ayrıca ona bazı çağdaş yazarların da hasen dediğini görünce içimde bir düğüm oluştu. Bu düğümü açmalıydım, ama nasıl? Sadece hadis hakkında kısa bir değerlendirme yapabildim ve bu haliyle kabul edilemeyeceğini ifade ettim. Yıllar önce yazdığım bu değerlendirme hadisle birlikte şöyleydi:

“Bir adam kızını Efendimize getirerek ‘Bu kızım evlenmek istemiyor’ diye şikayet edince Efendimiz o kıza ‘babana itaat et!’ buyurdu. O zaman kız ‘kocanın karısı üzerindeki hakkını sen bana bildirinceye kadar babama itaat etmem’ deyince Resûlullah ‘kocanın karısı üzerindeki hakkı o kadar büyüktür ki, kocada bir yara olsa da kadın onu yalasa veya burnunun iki deliğinden kan ya da irin aksa kadın onu yalasa da kocasının hakkını ödeyemez’ buyurdu. Bunu duyan kız ‘seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, asla evlenmeyeceğim’ dedi. Efendimiz de ‘kadınların izni olmadan onlarla evlenmeyin’ buyurdu. (İbn Ebi Şeybe, Musannef, Nikah, 152, hd. no.17291.) Hadis kütub-i sitte’de geçmez. Hadîs hasendir. (Bk. Abdulfettah Fethullah Said, Zevaidu Musannefi İbn Ebi Şeybe ale’l-kütubi’s-sitte mine’l-ahadisi’l-merfu’a, y.y. 1418, I, 316) Hadîs sened itibariyle hasen olsa da içerik olarak Hz. Peygamber’in üslubuna pek benzememektedir. Kocanın kadın üzerindeki hakkının önemini anlatmanın elbette başka yolları da vardır. Bu uslüp Hz. Peygamber’in siretine uymamaktadır. Gerçekten bunu her bir genç kıza anlatsanız, mecbur kalmasa kimse evlenmek istemez herhalde!” (Bk. Köktaş, Günümüz Hadis Tartuşmları, s. 270)

Sonra aradan yıllar geçti. Abdullah b. Yusuf el-Cüdey’ adlı bir alimin Tahriru ulumi’l-hadis adlı bir usul kitabına muttali oldum. Kitap hadis usulü alanında mükemmel denilebilecek bir düzeydeydi. İllet bahsini çok derinlikli bir şekilde ele almıştı. Bir de ne göreyim! Benim yıllar önce bahis konusu ettiğim hadisi illetlendiriyor ve bu haliyle kabul edilemeyeceğini söylüyordu. Peki, nasıl? Onun eserinden meseleyi takip edelim:

Konuyu işlediği başlık şöyle:

Mütekaddim Ulemânın Metodlarında İlleti Açığa Çıkaracak Alâmetler

Münekkid alimlerin, hadislerin illetlerini tespit sırasında kullandığı bu (ipucu) bilgileri elde etmek için, hadis ilimlerini iyi bilmek (dirâyet) ve senedlerin ve metinlerin durumlarını anlamak gerekir. Mamafih bunlar, zanna dayalı alâmetlerdir. Bir delil bulunmadıkça, sadece münekkidin düşüncesine dayanarak, sika râvinin hata ettiğini kesin bir dille söylemek câiz değildir.

Evet; bazen münekkidin elinde, hadisin illetli olduğunu gösteren bir delil bulunur. Fakat bu illete neden olan vehmin, hangi râviye ait olduğu açıklık kazanmaz. Bu durumda, senedde hâfızası en zayıf râvi kimse, vehim suçunun ona tevcih edilmesi münasiptir. Fakat yanılmanın râvilerden hangisine yükleneceği açık seçik olmazsa herhangi bir râvi suçlanmaksızın rivâyet illetli kabul edilir.

Taʻlîle yardımcı olacak bu alâmetler için, münekkidlerin hadise illetli hükmü verirken isti’mal ettikleri metodlardan istifade edilmiştir. Hadis usulünde yer alan teferrüd, muhalefet, ihtilâf, hadisin hadise girmesi, münker, idrac, tashîf, kalb ve tedlîs; tüm bunlar münekkidin incelemesiyle anlaşılacak şeylerdir. Hatta münekkid, hadisin bu illetlerden sâlim olduğunu görene dek, bunlar var mı yok mu diye araştırır, inceleme yapar. Bir rivâyette bu saydığımız kusurlardan birinin mevcut olması, illetli olduğunun alâmetidir. Eğer kusurun varlığı bir hüccet ile karar kılarsa, işte illet odur.

Bu giriş cümlelerinin ardından müellif Abdullah b. Yusuf yedi alamet ortaya koyar. Bu alametlerin yedincisi ise şöyledir:

Münekkidin, Hadiste Vahye ve Nübüvvet Lafızlarına Yakışmayacak, Nefret Ettirici/Tiksindirici Bir Unsur Bulmasının Hadisin Münker Olduğuna Delâlet Etmesi

Müellif bunu şöyle açıklar:

Burada maksadımız, nebevî kelimeler, kavramlar ve mânalara yeterince âşina olan, öyle ki kendisi de nebevî lafızlarla konuşur olan, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) nefesinden nasiplenmişçesine hadisler hakkında zevk-i selim sahibi kişilerin bunu hissetmesidir. Bu melekeye sahip bir âlim, bazı rivâyetlerde büsbütün yahut bir nebze tatsızlık hisseder. Bu yüzden, o tür bir sözü Rasûlullah’a (s.a.v.) nisbet etmek kalbine ağır gelir. İşte bu his, rivâyette bir illet bulunduğunun alâmeti olur ve hata mevzisini tespit için araştırma yapmayı gerektirir.

Burada münekkidin, hadisi kabul ya da reddetmek için sadece şahsî hevâsına ve mizacına istinâd etmesini kastediyor değiliz. Zira kişi ne kadar mutedil olsa ve Rabbini murâkabe ediyor olsa da görüş hata edebilir ve hiçbir nefis, hevâdan korunmuş (masum) değildir. Bu duruma örnek olarak, bir zaman içimde bir ukde olarak kalmış, neticede illetli olduğuna kanaat getirdiğim, Ebû Saʻîd el-Hudrî’den nakledilen şu hadisi zikredebilirim, diyerek hadisin metnini kaydeder. Tâ başta bu hadisi zikrettiğim için burada tekrar etmek istemiyorum.

Hadisi kaydettikten sonra onu şöyle değerlendirir:

Erkeğin hanımı üzerindeki hakkını tiksindirici ve nahoş ifadelerle anlatan bu hadis, insanların en iffetlisi, kendisine hikmet, faslu’l-hitâb ve cevâmiu’l-kelim (veciz söz söyleme kabiliyeti) verilmiş olan Peygamberimiz’in (s.a.v.) bilinen sünnetiyle hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır. Cenâb-ı Allah, Kitabı’nda, yüce ahlâk sahibi Nebîsi de sünnetinde karı koca arasındaki hakları en kapsamlı ifadelerle ve en güzel kelimelerle ayrıntılı olarak bildirmiştir. Bu ifadelerin tamamı, Azîz ve Celîl Rabbimizin şu âyetinin kapsamına dâhildir:

“Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi kadınlar da üzerlerinde bulunan hakların bir benzerine ma’rûf şekilde sahiptirler.” (Bakara, 228)

Yukarıdaki hadisin illeti, sadece ilgili ifadelerdeki tiksindiricilikten ibaret değildir. Şöyle ki; Caʻfer b. Avn hadisi şu senedle rivâyet etti: “Bana Rebîa b. Osman rivâyet etti; Muhammed b. Yahyâ b. Hibbân’dan; o, Nehâr el-Abderî’den; o da Ebû Saʻîd’den”  yukarıdaki metin ile.

Bezzâr dedi ki: “Biz hadisin bir tek bu isnad ile rivâyet edildiğini biliyoruz. Hadisi Rebîʻa’dan sadece Caʻfer rivâyet etti.”

Hâkim şöyle dedi: “Bu, senedi sahîh bir hadistir.” Fakat Zehebî bunun akabinde Rebîʻa’nın mecrûh bir râvi olduğunu ifade etmiştir.

Ben bir zaman, Rebîʻa’nın bir hadisinin Müslim’in es-Sahîh’inde tahrîc edilmiş olmasına aldandım. ”Güçlü mü’min” diye başlayan bu hadisi Rebîʻa Muhammed b. Yahyâ b. Hibbân’dan rivâyet etmişti. Müslim de hadisi ihticâc bağlamında tahrîc etmekteydi. Buradan hareketle Rebî’a’nın bu (mevzubahis) hadiste de makbûl olduğunu düşündüm.

Halbuki işin hakîkati şöyledir: Müslim’in Rebîʻa’ya ait bir hadisi tahrîc etmesi, Rebîʻa ile kayıtsız şartsız ihticâc edileceği anlamına gelmez. Zira Müslim, kendisinde aslolan sikalık olmakla birlikte hakkında konuşulmuş râvilerin hadislerini seçerek alır. Râvinin hadisleri arasında, hangilerinin mahfûz olduğuna kanaat getirirse, onları kitabında tahrîc eder.

Burada incelediğimiz hadis ise, Bezzar’ın da söylediği gibi Caʻfer’in Rebîʻa’dan naklederken tek kaldığı bir hadistir ve senedi ferd-i mutlaktır.

Rebîʻa’ya baktığımızda, Yahyâ b. Maʻîn ve Muhammed b. Saʻd onun için “Sikadır” dediler. Nesâî “Kendisinde bir beis yok” dedi. Fakat Ebû Zürʻa er-Râzî, (Rebîʻa’yı tanıtırken) ( إلَى الصِّدْقِ مَا هُوَ /ile’s-sıdk mâ hû) (yani) “doğruluğa yakın”  ve ( لَيْسَ بِذَاكَ الْقَوِيِّ /leyse bi-zâke’l-kavî) “yeterince kavî değil” ifadelerini kullandı. Ebû Hâtim er-Râzî de “Münkeru’l-hadîstir, hadisleri yazılır.” demektedir.

Râvinin mecrûh olduğu açıkça belli olursa bu, (hadisin zayıf olduğuna hükmetme noktasında) taʻlîlden önce gelir. Bu hususu elinizdeki eserde, ilgili mahallinde açıklamıştım. Rebîʻa, en fazla hasenü’l-hadîs olabilir ki bunun için de evvela hadisinden teferrüdün kalkması, bir başkasının rivâyet ettiği hadisi rivâyet etmesi yahut hadisinin, kendisinden başka bir râvinin tarîkiyle nakledilmiş, ona muvafık bir aslı bulunması gerekir. Bu hadiste ise zikrettiğimiz durum tahakkuk etmemiştir. (Bk. Tahriru ulumi’l-hadis/Hadis İlimleri, II, 208)

Sonuç olarak daha önce metinle ilgili çekincemde haklı olduğumu görünce Rabb’ime hamdettim. Bahse konu hadis bir taraftan illetli, öbür taraftan ravi cihetiyle de zayıflık barındırmaktadır. Ravi cihetiyle zayıf olduktan sonra belki illet aramaya da gerek yoktur, ancak yine de ilaveten illet barındırması hadisle ihticac edilemeyeceğinin önemli bir delilidir. Hal böyle iken bir takım tariklerini rivayeti destekleyici tarzda kullanarak hadise hasen hükmü vermek hatalı olsa gerektir. Hadisi bu şekilde desteklemek yerine metinde söz konusu olan Nebevi sirete uymayan ifadelere bakarak ta’lil etmek daha isabetli bir yol ve yöntemdir.

 

Kategori:Yazılar

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir