Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin sosyal medyada ehl-i tarike çok güzel nasihatleri ve tasavvufta yanlış anlaşılan noktalara çok güzel uyarıları var.
Ben de acizane şu noktaların bugün ehl-i tasavvuf tarafından muhakkak düşünülmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum:
1. Mürşit sistematik olarak her şeyi bilir.
Sistematik olarak diyorum, yani bu bir inanç haline getirilirse çok yanlış olur. Efendim, Allah bildiriyor da biliyor demek işi kurtarmaz. Allah’ın bildirmesi ile keramet kabilinden bir iki kez bilebilir ama bunu sistematik hale dönüştürmek artık onu keramet kabul etmek değil bir inanç haline getirmektir.
Aklı başında bir mürit ile bir ara konuşmuştum. Mürşit bilir değil de sezer demek daha güzel olmaz mı dedim. Onlar insan sarrafı gibidirler. Sezebilirler. Ama bilir demek sakıncalıdır dedim. Hayır dedi sezer demek yeterli değil, biliyor onlar. İşte bu inancın kesinlikle düzeltilmesi gerekir.
2. Mürşit her an evrene ve insana tasarrufta bulunur.
Bu da bir inanç haline getirilirse çok yanlış olur. Allah bir mürşidi, bir yardıma, bir ihtiyacı gidermeye vesile kılabilir. Hatta keramet kabilinden bir iki defa bunun gerçekleşmesi de mümkündür. Ama sanki Allah tarafından görevlendirilmiş gibi sistematik olarak her an bu tasarruf gerçekleşiyor diye bir inanç bellemek oldukça sakıncalıdır.
3. Mürşit, ahirette kendisine intisap edene şefaat edecektir.
Bu öyle bir sunuluyor ki, kesin böyledir şeklinde bir inanç haline getiriliyor. Falan adlı mürşidin veya tarikatin kendisine intisap edenlere kesin olarak şefaat edeceğine dair inanç şirktir. Çünkü (Peygamberimiz hariç) şefaat edecek olanı da edilecek olanı da tayin edecek olan Allah’tır. Şayet bu dünyada onu biz tayin etmeye kalkışırsak, Allah’tan rol çalmış, onun yetkisini gasp etmiş oluruz, ki bu da şirktir. Ancak hüsn-i zan ile ümit etmekte bir mahzur yoktur. O zaman kullandığımız dil ve üsluba çok ama çok dikkat etmek durumundayız.
4. Mürşit muhakkak keramet gösterir.
Bir kere mürşit keramet göstermez. Peygamber değil ki, kime neyi gösteriyor kime ne ispat ediyor?! Ancak keramet onda zuhur edebilir. Mucize izhar edilir, keramet ise zuhur eder. Bu farkı muhakkak anlamalıyız.
İkinci olarak mürşidde kerametin zuhur edebileceği ile muhakkak keramet göstereceği arasında fark vardır. Sanki kendisinde keramet zuhur etmeyen bir mürşidin mürşit sayılamayacağı inancı burada vardır. Bırakınız zuhuru, keramet göstermeyen bir mürşidin gerçekten mürşit sayılamayacağına dair bir inanç vardır. Böyle bir şey yoktur. Tabii kerametten burada olağanüstü bir şey göstermek anlaşılıyor. Dolayısıyla böyle bir şey şart değildir. Bir mürşidin binlerce müride rehberlik yapması onun için keramet olarak yeter de artar bile.
5. Din anlatımı ve yaşantısı kerametler üzerine değil muhakkak güzel ahlak üzerine inşa edilmelidir.
Keramet haktır amenna. Ama keramet enflasyonu hak değildir. Dini kerametlerle anlatmak ve tabii bu arada birçok keramet uydurmak hak olamaz. Böyle bir din sunumundan elbette çok farklı bir din algısı ortaya çıkacaktır.
6. Salih insanların eşyasıyla teberrük konusuna muhakkak dikkat edilmelidir.
Peygamberimizle ilgili daha önce konuşmuştuk. Onun hatıratına hürmet ve sevgi kabilinden olabileceğini söylemiştik. Ama şu bilinmelidir ki, artık ondan geriye bir şey kalmamıştır. Dolayısıyla onun saçını, sakalını, cübbesini, terliğini ticarete alet etmek tam bir şarlatanlıktır.
Elbette salihlerin eşyasıyla teberrük de mümkündür. Bu bir muhabbettir. Eşler, anne baba çocuklar arasında bir muhabbet göstergesi olarak eşyayı koklamak, yüzüne sürmek mümkün olabildiği gibi kişinin sevdiği şeyhin eşyasını da böyle yapması mümkündür. Ancak bu sistematik bir inanç haline getirilmemelidir. Hele bu teberrük ile herhangi bir hastalığa kesin şifa bulunabileceği niyetiyle hareket edilmemelidir. Hele bu teberrük ile maddi kazanç peşinde koşmak asla kastedilmemelidir. Hele bu teberrük ile eşyaların yıkanıp suyunun içilmesi yoluna asla gidilmemelidir. Hele bu teberrük ile sosyal medyada şovmenlik yapılmamalı, mürşidime hürmet ediyorum diye akıl almaz şeyler videoya çekilip paylaşılmamalıdır.
7. Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır anlayışı terk edilmelidir ya da doğru kavratılmalıdır.
Şeyhi olmayanın şeyhi niçin şeytan olsun?! Tarihte binlerce Müslüman alim ve halk gelip geçmiştir. Hepsinin şeyhi mi vardı? Şeyhleri olmadığı için şeytana mı tabi oldular? O zaman bu konu müritlere doğru dürüst anlatılmalıdır. Bu sözden kasıt şu olmalıdır: Bir mürid, bir şeyhe intisap ettiğinde ondan değil de bir başka şeyhten sülükünü devam ettiriyorsa onun kalbi karışacağından dolayı şeyhi şeytan olur demektir. Bu da aslında dünyevi anlamda bir danışman eşliğinde doktora yapanın bir başka danışmanla yoluna devam etmesine benzer. Böyle bir şey olmaz. Olursa, kaybeden, aklı karışacağından öğrenci olur. Bunlar açık bir şekilde anlatılmadığı için sanki bir şeyhe bağlı olmayan Müslümanın şeytanla iş yaptığı iması ortaya saçılmaktadır.
Ve bütün bu konularda mürşitler yer yer müritlerini uyarmalıdır. Eğer bu yapılmazsa din hurafelere dönüşecek, din konusunda yanlış algılar ortalığa saçılacaktır. Buna mahal vermemek bizim elimizdedir. Şayet yapılmazsa hem tasavvuf ve tarikatler konusunda şüpheler artacak hem de ateizme deizme kayma noktasında yeni malzemeler oluşacaktır. Buna mahal vermemenin öyle zor olacağını da zannetmiyorum. Sadece niyet ve iradeye ihtiyaç vardır. Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin yaptığı gibi…
İlk Yorumu Siz Yapın