İçeriğe geç

KUR’AN’I ANLAMADA “UYGULAMA” VEYA “FİİLÎ TEVATÜR”ÜN ROLÜ VE ÖNEMİ

Sünnet elbette Kur’an’ın anlaşılması açısından vazgeçilmezdir. Burada özellikle hiç kimsenin itiraz edemeyeceği örnekler üzerinden sünnetin fonksiyonuna dikkat çekmek istiyorum. Sünnetin bir yönü haber-i vahid ise; diğer yönü de haber-i tevatürdür. Bir de bambaşka bir yönü vardır ki, o da “amelî tevatür”dir, yani “uygulama”dır. O kadar ki, bu amelî sünnet ve uygulamalar olmasa Kur’an’ı anlamak ve de yaşamak mümkün olmaz. Bugün Kur’an’ı anlamaya çalışırken lafızlara zorlama manalar vermenin arkasında yatan sebeplerden biri de Hz. Peygamber ve sahabeden beri gelen “uygulama”yı göz ardı etmektir. Bu uygulamayı dikkate almazsak sadece ayeti yanlış anlamış olmayız, onu modern bir takım görüşlere de uydurmuş oluruz. Örnekler üzerinden meseleyi açıklayalım:

  1. Allah, “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın” buyurur.[1] Cuma namazına koşmakla ilgili açık bir emir vardır. Tabi bu koşmak bildiğimiz koşmak değil, “işinizi bırakın, acele ederek cumaya yetişin” demektir. Bu ayrı bir konu. Ayette “Ey iman edenler” şeklinde umumi bir ifade kullanıldığına dayanarak bugün kadın ve erkeğe cuma namazı kılmanın farz olduğunu söyleyenler vardır. Bu görüş, tamamen modern şartlanmışlıkla sözde kadını toplumsallaştırmanın yöntemlerinden biridir. Bir şeye farz demek ciddi bir durumdur. Evet, kadınlar cuma namazına katılabilir, vaaz, sohbet dinleyebilir. Ancak bu farz mıdır? Hayır. Bunu nereden anlıyoruz? Konuyla ilgili bir hadis olsa da[2] asıl “uygulama”dan bunu anlıyoruz. Ümmetin alimleri, sahabeden bu yana “uygulama”yı görmüş ve kadınlara cumanın farz olmadığını tespit etmiştir. Bid’at fırkalar dahil, buna itiraz eden bir Allah kuluna da rastlanmamıştır.
  2. Yukarıdaki ayette ayrıca “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın” emri vardır. Ortada Allah’ın bir emri söz konusudur. Bazı mü’minler camide oturup zikir ve tespihle meşgul olsalar emre aykırı mı hareket etmiş olurlar? Hayır. İlk emir olan “koşun” emri farz olsa da ikinci emir ibahadır. Neden? Tek sebebi uygulamadır. Hz. Peygamber ve sahabe döneminde bu uygulama görülmüş, mezhep imamları döneminde bu uygulamadan yola çıkarak ayetteki emre ibaha emri denmiştir. Buna göre mana “illa dağılın” değil, “dağılabilirsiniz” demektir.
  3. Yine Cuma namazıyla ilgili Allah “Cuma günü namaza çağrıldığınız zaman…” buyurmaktadır. Kur’an’da ezana sadece burada temas edilmektedir. Hatta ezan değil, “nida” ifadesi geçmektedir. Kur’an burada yalnızca vakıayı tespit etmektedir. Zaten lafzın siğası mechuldur. Herhangi bir emir yoktur. Rivayet olarak ezanı nakleden sahabe sayısı da birkaç kişidir. Şimdi dinde ezan olmayacak mıdır? Oysa ezan bir şiardır. Bunu nerden anlıyoruz? Ümmetin, Hz. Peygamber’den beri yaşattığı “uygulama”dan anlıyoruz. Kur’an’daki “nida”nın da bugüne kadar okunan ezan olduğunu tespit ediyoruz.
  4. Cuma namazıyla ilgili Kur’an’da “Cuma günü namaza koşmak ve Allah’ın zikri” ifadesi dışında hiçbir sarahat yoktur. Cuma günü ne zaman hangi vakitte namaza koşulacağına dair bir açıklık yoktur. Bu vaktin öğle vakti olduğunu günümüze kadar gelen uygulamadan anlıyoruz. Bu “uygulama” olmazsa birinin Cuma saatini ikindi veya akşama almasının önünde hiçbir engel yoktur.
  5. Ayetlerde zekat vermek, infak etmek, hatta ihtiyaç fazlasını vermek geçmektedir. O kadar ki, bugün zekat vermenin ihtiyaçtan fazlasını vermek olduğunu söyleyen türediler çıkmıştır. Elbette bir mü’min durumuna göre ihtiyaçtan fazlasını da verebilir. Bunda bir problem yok. Peki ihtiyaçtan fazlasını vermek farz mıdır? Hayır. Çünkü uygulamadan anlıyoruz ki, ihtiyaçtan fazlası verilmeyebilir.
  6. Meşhur, kadını dövmekle ilgili ayet vardır.[3] Zahiriyle esasen vucup ifade eder. Uygulamaya bakıyoruz: Hz. Peygamber, hanımlarını dövmemiştir.[4] O halde “dövme” vucup değil, hatta sünnet yani tavsiye dahi değil, ibaha emridir. Yani (nuşûz halinde) dövmek caizdir, ama daha faziletli olan dövmemektir. Bunu tamamen uygulamadan anlıyoruz. Buna göre mana “illa dövün” değil “dövebilirsiniz” demektir. Bu örneği yukarıda Cuma nazıyla ilgili “dağılın” emriyle mukayese yapabilirsiniz. Mesele böyle ortaya konulmayınca modernist veya tarihselci diyebileceğimiz yaklaşımlar meseleyi saptırmakta, ayetlerin manasını tahrif edebilmekte veya tarihsel kılabilmektedir. Konu detaylı olup ayetteki darp nedir, nuşûz nedir, ne değildir gibi hususlara girmiyoruz.
  7. Borç ayetinde Allah “onu yazın” buyurur.[5] İlk anlaşılan emrin vucup ifade etmesidir. Ama bu emir, nedb emridir. Neden? Çünkü uygulama bunun böyle olduğunu göstermektedir. Mezhep imamları bu uygulamayı görmeseydi, ittifakla bunun mendup olduğunu söylemezlerdi.
  8. Allah boşanma esnasında iki şahit tutulmasını ister.[6] Bugün bu ayet, “boşanmanın iki erkeğin dudağı arasında olmadığı, dolayısıyla şahit bulundurmanın farz olduğu” şeklinde yorumlanır.[7] Soru şu: Boşanmada şahit tutmak vacip midir mendup mudur? Vacip olsaydı, yukarıdaki yorum isabetli olurdu. Ancak bu emir nedb ifade eder. Bunu nerden anlıyoruz? Uygulamadan. Uygulama aksi olsaydı, bu konuda ittifak olmazdı.[8]
  9. Abdest ayetindeki ihtilaf malumdur.[9] Ayakları yıkamak mı, meshetmek mi gerekir? Zahiren mesh bile ileri sürülebilir. Çünkü atıf en yakın yere olur. Bu, şianın tercihidir. Ancak ehl-i sünnetin tercih ettiği okuyuşun da gramer açısından dayanakları vardır. Kısaca Kur’an’a bakılsa net bir şey ortaya çıkmayacaktır. İşte ayetten kastedilenin ne olduğunu gösteren tek şey uygulamadır. Hz. Peygamber ve ashap ayaklarını yıkamıştır.
  10. Talak, 4’de Allah, “adet görmeyenler”den bahseder. Adet görmeyenler kim? 50 yaşında dahi bedeni bir rahatsızlıktan dolayı adet görmeyen kadınlar mı yoksa adet görme yaşına girmeyen küçükler mi? Elbette ikincisidir. Neden uygulamadan bunu anlıyoruz. Gerçekten bedeni rahatsızlık olarak adet görmeme milyarda bir olasılıktır. Tarihen bakıldığında o dönemden böyle bir olaydan bahsedilmemektedir. Ama adet görmeyen kızlarla evilikten (zifaf anlamında değil tabii) bahsedilmektedir. Bir örf olarak da vardır. O halde ayetin anlamını tayin ederken uygulamaya bakmaktan başka çare yoktur. Elbette bu dediğimiz bu tür evliliklerin örf olduğunu gösterir. Ayette herhangi bir emir de teşvik de yoktur. Yani bu evlilik farz da vacip de hatta mendup da değildir. Sadece örf kayıt altına alınmıştır. Bu durum ise bu tür evliğin caiz olduğunu gösterir. Ancak bu tür evlilikler “küçük”e istismara dönüşürse İslam devlet başkanı bunları yasaklayabilir. Hz. Ömer’in uygulamalarında görüldüğü gibi. Çünkü yasaklar örfler veya ruhsatlar alanında gerçekleşmektedir. Ama devlet başkanı haram kılamaz. Sonuçta şartların değiştiği durumlarda bu evlikler yine caiz olur.
  11. Kur’an’da “salat” kelimesi geçer. “Namazı ikame etme” emri vardır. Salat çeşitli anlamlarda kullanılan bir kelimedir. Namaz ve dua anlamlarına gelir. Bugün marjinal de olsa salatı dua manasına yoranlar vardır. Sadece Kur’an dersek salatı dua olarak yorumlayanlara söyleyecek bir sözümüz olabilir mi? Efendim, namazın ruku ve secdesi var! Mümkün değil, diyebilirsiniz. Ama, hayır. Ruku ve secde Kur’an’da namaz ile ilgili geçmez. “Ruku edenlerle birlikte ruku edin!” Bunu nerde edeceğiz? Namazda böyle yapacağımıza dair bir sarahat var mı? Yok! Bütün bunların çözümü uygulamadadır. “Namazı ikame edin” emrinden naksat bugün kıldığımız namazdır. Ruku ve secde emirlerinden maksat bugün namazda yaptığımız ruku ve secdeir. Bunda en ufak bir teddür yok! Neden? Amelî tevatür böyle de ondan.
  12. Kur’an’da namazda imamlık müessesesi yoktur. Aynı şekilde saf düzeni de yoktur. Amelî tevatürü dikkate almazsak namazımızı cemaatle nasıl eda edeceğiz? Efendim “Ruku edenlerle birlikte ruku edin!” ayeti var. Bu, cemaati ima ediyor. Evet, ediyor. Ama bu cemaatin illa bir imamı olması gerektiğini ima ediyor mu? Ayetin zahirine göre insanlar bir yerde toplanabilir ve namazlarını eda edebilir. İmam, şart değil! Ama böyle olmaz. Cemaatle namazda birinin öne geçmesi şart! Bunu da amelî tevatürden öğreniyoruz. Aynı şekilde saf düzenini de uygulamadan öğreniyoruz. Erkekler nasıl saf olacak? Kadınlar nasıl saf olacak? Sadece Kur’an dersek bunları aklımıza göre istediğimiz gibi düzenleriz. Zaten bugün kadınları öne geçirmek isteyenler yok mu? İşte bütün bunları uygulamadan öğreniyoruz. Bu uygulamayı değiştirebilecek bir Allah’ın kulu da yoktur.

Bütün bunlar bize Kur’an’ı anlarken “uygulama”nın (siz buna “icma” da diyebilirsiniz) ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Ben, namazla ilgili diğer meseleleri, oruç, kurban, tesettür gibi konuları örnek vermedim. Bunları ve nicelerini de amelî tevatür çerçevesinde değerlendirmek mümkündür.

[1] Cuma, 9-10.

[2] Hadis şöyledir: “Köle, kadın, çocuk ve hasta müstesna olmak üzere, cemaatle cuma namazı kılmak, her Müslüman üzerinde vâcib bir haktır.” Bk. Ebû Dâvûd, Salât, 208; İbn Ebî Şeybe, Musannef, I, 446, hd. no: 5148.

[3] Nisa, 34.

[4] İbn Mâce, Nikâh 51; ayrıca bk. Buhârî, Tefsîr, (sûre 91) 1; Müslim, Cennet 49; Tirmizî, Menâkıb 63; İbn Mâce, Nikâh 50.

[5] Bakara, 282.

[6] Talak, 2.

[7] Bir örnek: Bu ayetlere göre şahit bulundurulması olmazsa olmaz şart gibi gözükmektedir. Çünkü talak sırasında kadının âdetli olmadığının, değilse o temizlik süresi içinde eşiyle ilişkiye girip girmediğinin itirafla veya başka bir şekilde tespiti, bir de bekleme süresinin bittiğinin tespiti gerekir. Bu tespitler ise ancak şahitlerle yapılabilir. Bu sebeple şahit bulundurulmadığı takdirde talakın meydana gelmeyeceği kanaatindeyiz. Bk. http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/sahitsiz-bosanmalar-gecerli-midir.html

[8] Bunu Diyanet Fetva Kurulu şöyle ifade etmektedir: Bu ayetteki şahit tutma emrinin boşamaya mı yoksa ric’î talakla boşadıktan sonra dönmeye mi yönelik olduğu konusunda farklı görüşler vardır. Hanefîlere göre her ikisinde de şahit bulundurmak menduptur. İmam Şâfiî’ye göre ise boşamaya şahit tutmak mendup, dönmeye şahit tutmak ise vaciptir. Dolayısıyla boşama esnasında şahit tutma, boşama işleminin geçerlilik şartı değildir. Bununla birlikte fakîhler bu buyruğun, hakların zayi olmaması ve ihtilafların önlenmesi gibi amaçlar taşıdığı noktasında birleşmektedirler. Bk. https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/838/bosanma-esnasinda-sahit-bulundurmak-gerekir-mi-

[9] Bk. Maide, 6.

Kategori:Yazılar

Tek Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir