Hakikat, öz, asıl ve değişmeyen gerçekliği ifade eder. Tasavvufta, hakikat genellikle Allah’ın gerçekliği ve varlığının özüdür. Hakikat, yüzeysel gözlemlerden öte, derinlemesine bir anlayışı ve doğrudan deneyimi ifade eder. Örneğin, İslam filozofları ve mutasavvıflar hakikati, Allah’ın varlığının ve birliğinin en yüksek derecede kavranışı olarak görürler.
Suret, görünen şekil, form, görünüm veya dışsal yüzeydir. Suret, hakikatin dışsal tezahürüdür ve genellikle geçici ve değişken olanı ifade eder. Suret, bir şeyin fiziksel veya yüzeysel özelliğidir ve bu nedenle hakikatin derinliğini yansıtmayabilir.
Bir örnekle anlatalım:
Diyelim ki bir gün doğumunu izliyorsunuz. Gözlemlerinizde güneşin ufukta yavaşça yükseldiğini görüyorsunuz. Buradaki doğum, güneşin yükselmesi ve renk değişimleri sizin suretinizdir; yani olayın dışsal, gözle görülebilir şeklidir. Bu suret, güneşin görünüşünü ve doğanın sunduğu manzarayı ifade eder. Ancak bu görsel deneyimin ötesinde, güneşin gerçek doğası, ışığını ve ısısını nasıl ürettiği, güneşin fiziksel özellikleri gibi bilimsel gerçekler hakikati temsil eder. Yani, güneşin doğuşunun ardındaki fiziksel ve kozmik süreçlerin toplamı hakikattir.
Bu örnekte, doğumun görsel görüntüsü (renkler, hareketler vb.) surettir, ama güneşin fiziksel özellikleri ve evrendeki rolü hakikattir. Tasavvufta, kişinin hakikati anlaması için sadece yüzeysel gözlemlerle yetinmemesi, daha derin bir anlayışa ve manevi tecrübeye sahip olması gerektiği vurgulanıyor.
Tasavvufla ilgili bir başka örnekle de hakikat ve suret kavramlarını açıklayabiliriz:
Bir tasavvuf öğretmeni, bir öğrencisine bir çiçek gösterir ve ona çiçeğin güzelliğinden bahseder. Öğrenci çiçeğin renklerini, şeklini ve kokusunu gözlemler ve bu dışsal özellikler çiçeğin suretini temsil eder. Yani, çiçeğin görünüşü, onun yüzeysel özellikleridir. Ancak tasavvufta, çiçeğin hakikati, onun özünde yatan manevi ve ilahi boyutları anlamakla ilgilidir. Bu, çiçeğin yaratılışının arkasındaki ilahi sırları, onun doğanın bir parçası olarak nasıl bir bütünün parçası olduğunu ve Allah’ın yaratma sanatını yansıtma şeklini anlamayı içerir. Çiçek, sadece fiziksel bir varlık değil, aynı zamanda Allah’ın sanatının ve yaratılışının bir yansımasıdır.
Öğrenci çiçeği sadece görünüşüyle değil, bu manevi boyutuyla da görmeyi başardığında, hakikati anlamış olur. Bu derin anlayış, suretin ötesine geçmeyi ve her şeyin arkasındaki ilahi gerçekliği kavramayı içerir. Tasavvuf, böylece yüzeysel gözlemlerden öte, varlığın manevi ve ilahi yönlerine odaklanır.
Peki bu durumda soralım: Gerçekte hakikat nedir?
Allah gayptır, ahiret, kabir ve ahvali gayptır, cennet ve cehennem gayptır. Kısaca bizim ötemiz, yani algımıza girmeyen dünya ve ölüm ötesi gayptır. Evet, bununla birlikte Allah, ahiret, cennet ve cehennem hakikatin kendisidir. Ama biz hakikati görmüyoruz ve bilmiyoruz. İspat etmek de mümkün değil. O zaman hakikat eşittir gaybi olandır, diyebiliriz.
Hakikatin sahibi hakikatten ne kadar bildiriyorsa o kadarını biliyoruz. Hakikatin sahibi sadece bilmemiz gerekenleri bize bildiriyor. Dolayısıyla hakikati yalın bir şekilde görmüyoruz ve bilmiyoruz. Peki hakikati yalın bir şekilde görsek ve bilsek ne olurdu? Yediğimiz yemekten lezzet alabilir miydik? Gezmeler, tozmalar, eğlenceler bize keyif verebilir miydi? Herhalde bu, oldukça zor, belki imkansız olurdu.
Biz hakikatin kendisini görmüyor ve bilmiyorsak bugün hakikatin kendisini temsil ediyoruz diyemeyiz, böyle bir iddiada bulunamayız. Hakikati ancak hakkıyla peygamberler temsil eder. O da zat değil sıfatlar boyutunda… Biz hakikatin kendisini değil, suretini görüyor ve biliyoruz. O zaman biz sadece hakikatin suretini temsil edebiliriz. O da derece derecedir. Herkesin temsil kabiliyeti de aynı değildir.
Tam da bu durumda “gerçek” kavramıyla karşılaşıyoruz. “Hakikat” ve “gerçek” kelimeleri günlük kullanımda sık sık birbirinin yerine kullanılsa da, aralarında felsefi bir fark var mıdır? Sureti, gerçek kavramıyla açıklayabilir miyiz? Suret hakikat değil de gerçek midir? Gerçek sadece bir suret midir? Hakikat ve gerçek ile hakikat ve suret mukayesesi aynı şeyi mi, farklı şeyleri mi ifade eder?
Belki bir açıdan suret ve gerçek aynıdır. Ama başka bir açıdan az da olsa farklılık vardır. Sureti yukarıda açıklamıştık. Suret, görünen şekil, form veya dışsal yüzey, hakikatin dışsal tezahürü idi.
“Hakikat” ve “gerçek” kelimeleri günlük kullanımda sık sık birbirinin yerine kullanılsa da, aslında aralarında felsefi bir fark bulunmaktadır. Gerçek, daha genel anlamda, bir şeyin varlığı veya geçerliliği olarak kabul edilir. Gerçek, gözlemler ve deneyimlerle uyumlu olan şeydir. Felsefi olarak, gerçeklik bazen hakikatin bir parçası olarak kabul edilebilir, ama hakikat genellikle daha derin ve özsel bir anlayışı ifade eder.
Hakikat ve suret mukayesesi, hakikatin derin ve değişmeyen doğası ile onun yüzeysel ve geçici tezahürleri arasındaki farkı ifade eder. Suret, hakikatin dışsal görüntüsüdür ve hakikatin ötesinde bir anlayış gerektirir.
Hakikat ve gerçek mukayesesi, genellikle bir şeyin derinlemesine ve özsel doğası ile gözlemlerle uyumlu olup olmadığı arasındaki farkı ifade eder. Hakikat daha çok varlığın özünü ve derin anlamını ifade ederken, gerçek daha çok dışsal gözlemlerle doğrulanan durumu ifade eder. Özetle, hakikat ve gerçek mukayesesi, varlığın özsel doğası ile gözlemlerle doğrulanan durumu arasındaki farkı anlatırken; hakikat ve suret mukayesi, hakikatin derinliği ile yüzeysel ve geçici tezahürleri arasındaki farkı vurgular. Aslında gerçek ve suret, bir açıdan aynı şeylerdir. Ama kullanım açısından farklılıkları vardır. Hakikat karşısında suret ve gerçek aynı pozisyonda olsa bile kullanım açısından suret dışsal tezahürü ifade ederken gerçek dışsal gözlemlerle doğrulanan durumu ifade eder.
Yukarıda hakikat ve suret ilişkisine örnek vermiştik. Burada hakikat ile gerçek ilişkisine bir örnek verelim. Hakikat ile gerçek arasında perdeler vardır, diyebiliriz. Hakikat ile gerçeği güneş ve ışığına benzetebiliriz. Güneş ile bizim aramızda tam bilmiyorum ama binlerce yıllık bir zaman dilimi var. Güneşin hakikati yakıp kül etmektir. Ancak güneş bizim dünyamıza vurunca yakıp kül etmiyor, ısıtıyor. Çünkü güneşle dünyamız arasında zaman veya mesafe perdesi vardır. Güneşin hakikati bizim dünyamıza yansıyınca gerçeğe dönüşüyor. Gerçek, hakikatin sadece bir cüzünü temsil edebiliyor. Gerçek, hakikatin gölgesi durumundadır. Gerçek, hakikatin kendisi olamıyor. Onun için gerçek, hakikatin suretidir diyebiliriz. Güneşin dünyamızdaki yansıması olan ışığının, güneşin hakikatinin sureti olması gibi.
Başka bir örnekle de hakikat ve gerçek ilişkisini anlatabiliriz:
Gerçek, aslında olan bitendir. Gerçek, genellikle fiziksel ve gözlemlenebilir bir durumu ifade eder. Yani, dünyada var olan ve insanlar tarafından gözlemlenebilen bir şeydir. Örneğin, güneş doğudan doğması gerçektir. Bu, herkesin gözlemleyebileceği, bilimsel olarak kanıtlanmış bir olaydır. Yine bir masanın üstünde bir bardak olduğunu düşünelim. Eğer bardağı herkes görebiliyorsa, bu “gerçek”tir. “Hakikat” ise daha derin bir anlamı, olayların ve gerçeklerin arkasındaki daha geniş ya da manevi bir gerçeği ifade edebilir. Hakikat, gerçekliğin ardında yatan daha büyük bir anlamı ya da daha geniş bir perspektifi içerir. Bazen kişisel ya da manevi bir boyut kazanır. Buna göre güneşin doğudan doğması, evrenin bir düzen içinde yaratıldığını ve doğa yasalarının bir yaratıcı tarafından konulduğunu gösterebilir. Yani, evrendeki düzenin arkasındaki anlam (hakikat) yaratıcıya işaret edebilir. Masanın üstündeki bardak örneğine geri dönersek, bu bardağın varlığı, dünyadaki nesnelerin sadece fiziksel olmadığını, aynı zamanda insanların onları algılama biçimleri ve anlam yüklemeleri ile de ilgili olduğunu gösterebilir. Yani, bardağın varlığı bir gerçekken, onun insana sağladığı ihtiyaçları karşılama işlevi bir hakikati gösterebilir. Özetle, “gerçek” somut, gözlemlenebilir bir durumken, “hakikat” o gerçeğin arkasındaki anlamı ve özü anlatır.
Hakikate dönersek, Allah’ın hakikati de böyledir. Gayp olan cennet ve cehennemin hakikati de böyledir. Allah’ın zatı ve sıfatları var. Allah sıfatları ile evrene tecelli ediyor. Dünyadaki bu tecelliler Allah’ın sıfatlarının hakikati değil suretleridir. Ve hakikat ile suret arasına perdeler girmiştir. Aynı şekilde cennet ve cehennem de böyledir. Cennetin benzerleri yeryüzünde de vardır. Ama yeryüzündekiler cennetin hakikati değil suretidir. Yine cehennemin bir benzeri yeryüzünde de vardır. Ancak yeryüzündekiler cehennemin hakikati değil suretidir.
Peki neden böyle veya bu ayırımın ne faydası var?
1. Bu hayatı anlamlı ve makul bir şekilde yaşayabilmek için. Hakikat yalın olsa şu bedenimizle zevk alacağımız bir hayat olmazdı.
2. İrademizi aktif hale getirmek için. Hakikat yalın olsa irademizi kullanacağımız davranışlarımız dahi olmazdı.
3. Birbirimize saygı ve hoşgörülü olmak için. Hakikat yalın olmadığı için birbirimize hoşgörülü yaklaşırız.
4. Muhakkak bir bilenden daha üstte bir başka bilen vardır şuurunda olmak için. Hakikat yalın olmadığı için hakikat tekelciliğine kalkışmayız.
5. Bilgide çoğulculuğu, toplumda çok kültürlülüğü benimsemek için. Hakikat yalın olsaydı, tek bilgi türü ve tek kültür olurdu.
Sonuç olarak denilebilir ki, biz hakikatin kendisini değil, suretini görüyor ve biliyoruz. Ve yine biz hakikat ile değil, görünürde gerçek ile, gerçekler dünyası ile karşı karşıyayız. O zaman biz sadece hakikatin suretini temsil edebiliriz ve biz sadece gerçekler dünyasını duyumsayabiliriz. Hakikatini temsil etmek yüzde yüz olmasa bile derin tecrübe ve derin yaşamaktan geçer. Buna hakke’l-yakin de diyebiliriz. Dolayısıyla sureti, hakikate yaklaştırabiliriz, ama asla hakikatin kendisi yapamayız. Aynı şey gerçek için de geçerlidir.
İlk Yorumu Siz Yapın