Günümüzde Allah’ın kul hakkını affetmeyeceğine dair anlayışın yanlış olduğuna yönelik bir görüş dillendirilmektedir. Buna göre günah günahtır. Kul hakkı da günahtır. Kul hakkının affedilmeyeceğine dair hadisler Kur’an’a aykırıdır.
Bu görüşü biraz açalım. Deniliyor ki: Kur’an’da Allah’ın kul hakkını affetmeyeceğine dair tek bir kelime geçmemektedir. Müslümanlar Kur’an’ı anlayarak kendi dillerinde okumaya karar verirler ise bu gerçeklerden de haberdar olacaklardır. Allah’ın kul hakkına önem verdiği ve bununla ilgili günahları affetmeyeceğine dair Kur’an’dan alıntılarla yapılanlar ise kişilerin kendi yorumlarından ibarettir. Daha doğrusu olayları atalarından aldıkları uydurma dinlerine uyumlu hale getirme çabalarıdır. Kul hakkı İslami açıdan affedilmeyecek tek ve en büyük günah da değildir. Allah Kur’an’da açıkça kendisine ortak koşulması dışında bütün günahları dilediğini affedeceğini belirtmiştir.
“Hiç kuşkusuz Allah, kendisine ortak koşma günahını bağışlamaz. Bunun dışında kalan günahları dilediğine bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa son derece büyük bir iftira günahı işlemiş olur.” (Nisa, 48)
Öyle görünüyor ki bu kul hakkı meselesine müdahil olan kimi alimler, ellerine geçirdikleri kimi hadisleri Kur’an’a ters düşüyor diye hadislerle yok saymaya ya da anlamını hadislere uyacak şekilde yorumlamaya kalkışmışlar. Bu konu ile ilgili birkaç hadis olduğu söylenen söz;
“Şehidin, yere dökülen ilk kanıyla birlikte, kul hakkı dışındaki bütün günahları bağışlanır.” (Hadîs no: 2829. Taberânî’nin Kebîr’i ve Hâkim’in Müstedrek’inden.)
“Kaçmayarak, yalnız Allah’tan sevap bekleyip sabrederek, düşmana karşı durduğun halde öldürülürsen, borçlarından başka bütün günahlarına kefaret olur. Bunu bana Cibril söyledi.” (Müslim)
Şimdi bu hadis olduğu söylenen sözleri yukarıda verdiğimiz Nisa, 48’deki Allah’ın sözü ile karşılaştırınız. Öyle ki vahyin Peygamberimize (s.a.v.) indirildiğini de düşünürsek herhalde Peygamberimiz (s.a.v.) ayete zıt böyle bir sözü söylememiştir.
Üstelik şimdi rivayet edeceğimiz hadis, yukarıdaki hadisin tam aksi yönündedir. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: “Bana Cebrâil gelerek ‘Ümmetinden kim Allah’a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer’ müjdesini verdi’ dedi. Ben (hayretle) ‘zina ve hırsızlık yapsa da mı?’ diye sordum. ‘Hırsızlık da etse, zina da yapsa’ cevabını verdi. Ben tekrar: ‘Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha!’ dedim. ‘Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da yapsa!’ Hz. Peygamber dördüncü keresinde ilâve etti: ‘Ebu Zerr patlasa da cennete girecektir’” (Buhârî, Tevhid 33; Müslim, İman 153; Tirmizî, İman 18).
Kur’an’ın hiçbir yerinde kul hakkı diye ifadelendirilen, böylesi şeyleri yapınca cehenneme gideceği ya da Allah tarafından affedilmeyeceği şeklinde bir ifade yok. Allah bu yetkisini asla bir kula vermemiştir. Bu ayetler daha önce de dediğimiz gibi bir takım tasavvufçu ve ilahiyatçı/gelenekçi kimselerin hadis olduğunda şüphe duymadıkları sözlere Kur’an’da delil bulma çabalarıdır. (http://iktibasdergisi.com/2010/07/11/allah-kul-hakkini-affetmez-mi/)
Bu yaklaşım bir yana Sayın Ekrem Demirli tarafından da bu görüşün dillendiriliyor olmasına şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Şöyle diyor Demirli:
Soru: Kul hakkı nedir? İnsanlar ‘Allah kul hakkı hariç her şeyi affeder, fakat kul hakkıyla huzuruma gelmeyin dedi’ diyorlar. Bunu nasıl anlamalıyız?
Her şeyden önce böyle bir ayet veya ifade yoktur. Bilip bilmeden Allah hakkında böyle sözler söylemek büyük hatadır. Din üzerinde konuşurken bilgilerimizin doğru olmasına dikkat etmek gerekir. Bir ayette ‘Allah kendisine ortak koşulmasının dışında dilediği kimseler için günahları affeder’ buyurulur. Bunun dışında affı anlatan pek çok ayet vardır. Kul hakkı affedilmeyecek demek onu şirke ortak tutmak demektir ki bu da büyük hatadır. Üstelik Allah iman eden, tövbe eden kullarının şirk günahlarını da affetmiştir. Gerçekte günahlar önce Allah’a karşı işlenen günahlardır. Bu bakımdan bütün haklar Allah’a ait haklardır. İçinde Allah hakkının olmadığı bir kul hakkı düşünülemez. Dikkatimizi kul hakkına çok çekmek yerine Allah hakkına vermemiz lazımdır. Bize kulların haklarına riayet etmemizi, onlara iyi davranmamızı emreden Allah’tır. Bir hakkı ihlal etmek öncelikle emre karşı çıkmak, o da Allah’ın hakkına girmek demektir. (http://www.ekremdemirli.com/yazilar/ramazan-yazilar/vahyi-ilk-kez-duyuyormuscasina-okuyabilmek)
Şimdi meseleyi ele alalım. Alalım ama zorlanacağımı şimdiden belirteyim. Zira kul hakkı diye bir şeyin olduğunu ispat etmek müslümana namazın varlığını ispat etmek gibi bir şey. Yine de dilimizin döndüğünce anlatmaya çalışalım. Önce “İnsanlar ‘Allah kul hakkı hariç her şeyi affeder, fakat kul hakkıyla huzuruma gelmeyin” şeklinde bir sözün varlığından bahsedelim. Bu söz hadis olarak Hz. Peygamber’e isnad edilmektedir, fakat tespit edebildiğim kadarıyla bu lafızlarla böyle bir hadis kaynaklarda geçmemektedir. Dolayısıyla kul hakları meselesinin dayanağı bu söz değil, başka sahih hadislerdir. Bir kaçı yukarıda zikredilmiştir. Bunları toplu olarak kaydetmekte fayda vardır:
Ebu Hureyre Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğunu aktarıyor: “Kim birine şerefinden veya başka bir şeyden dolayı haksızlık yaparsa dinar ve dirhemin geçerli olmadığı gün gelmeden önce hemen helallik alsın. Böyle yapmazsa kıyamet günü şayet sâlih ameli varsa haksızlığı kadar o amelden alınır ve haksızlık yaptığı kişiye verilir. Salih ameli yoksa haksızlık yaptığı kimsenin kötülüklerinden alınır ve ona yüklenir”.[1]
Ebu Hureyre anlatıyor: “Resulullah (a.s) bir gün ‘müflis kimdir, biliyor musunuz?’ diye sordu. Biz ‘dinarı, dirhemi, malı olmayan kimsedir’ diye cevap verdik. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdular: Gerçekte müflis öyle bir kimsedir ki, kıyamet günü namazıyla, orucuyla, zekatıyla gelir. Ama şuna küfretmiş, ona iftira atmış, bunun malını yemiş, onun kanını akıtmış, ötekini dövmüş. Bu adamın iyiliklerinden haksızlık yaptığı kimselere verilir. İyilikleri bitince haksızlık yaptığı kimselerin günahlarından bu adama yüklenilir, sonunda da ateşe atılır”.[2]
Ebu Ümâme İyâs b. Sa’lebe el-Hârisî ’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.)şöyle buyurdu: “Yemin ederek bir müslümanın hakkını alan kimseye, Allah cehennemi vâcip kılar, cenneti de haram eder.” Bir adam dedi ki: “Ya Resûlallah! Şayet o küçük ve değersiz bir şey ise?” Bunun üzerine Peygamberimiz: “Misvak ağacından bir dal bile olsa böyledir” buyurdu.[3]
Hz. Ömer şöyle dedi: Hayber Gazvesi günü idi. Nebî (s.a.v.)’in ashabından bir grup geldi ve: Falanca şehittir, falanca da şehittir, dediler. Sonra bir adamın yanından geçtiler: Falanca kimse de şehittir, dediler. Nebî (s.a.v.): “Hayır, ben onu, ganimetten çaldığı bir hırka -veya bir abâ- içinde cehennemde gördüm” buyurdu.[4]
Abdullah b. Amr İbn Âs‘dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Şehidin borç dışındaki bütün günahlarını Allah bağışlar.”[5]
Bu hadisler, kelimesi kelimesine olmsa da kul hakkının var olduğunu ortaya koymaktadır. Bunlardan günahların genel olarak iki türlü olduğu ortaya çıkıyor: Allah hakkı ve kul hakkı. Şehidin borç dışında günahları affediliyor. Peki borç ne olacak? Borç orada öyle duruyor. Ne olacak? Allah, şehidini bütün günahları mafuvvdur, buyurabilirdi. Ama buyurmadı ve borcu hariç tuttu? Neden? Çünkü bu bir kul hakkıdır. Hak sahibiyle şehidin beraber karşı karşıya gelmeleri gerekmektedir. Tabii burada hak sahibinin inad etmesi düşünülemez. Allah, orada mutlak hükümrandır. Allah, hak sahibine çeşitli mükafaatlar bahşederek şehidini hakkının düşmesini temin edecektir.
Bir de olaya şöyle bakalım: Kişi, içki içmiştir veya namaz kılmamıştır. İçki içtiği veya namaz kılmadığı için Allah’a tevbe eder. Ancak kişi, bir mü’minin hakkını yemiştir, zulmetmiştir. Şimdi soralım: Bırakınız nasları, delilleri… Kulun sadece “Ya Rabbi, falanın hakkını yedim, beni affet!” demesi ve Allah’ın da onu affetmesi makul mudur, doğru mudur? Olaya aklen bakıp değerlendirelim. Eğer böyle ise hakkı yenen kul ne olacak? Hakkı yenen insanlara nasıl muamele yapılacağına dair Kur’an’da bir işaret yoktur. Bu kula yapılan haksızlıklar ne olacaktır? Yaptığı haksızlıklar zalimin yanında kâr mı kalacak? Zalimin affedilmesi mümkün ama mazlumun akibeti meçhul mu olacak? Zalimi Allah’ın affedebileceğinden bahsediyoruz. Peki mazlum ne olacak? Onun affından bahsedemeyiz. O, zaten mağdur. Ne olacak bunun durumu? O zaten cennete girecek mi denilecektir? Denmese dahi haliyle cennete gidecektir. Günah işlemedi ki, cennete dışında bir alternatiften bahsedelim. Mesela pek çok haksızlıkla karşılaştı. Dünyada mazlum olmasının, mağdur olmasının en azından ahirette bir karşılığı olmayacak mıdır? Burada en fazla şöyle denilebilir: Mazlum ve mağdura Allah ahirette çeşitli ödüller verecektir. İyi de neye göre bu denilecektir? Hangi nassa göre? Mazluma sırf zulme uğradığı için hakkı yendiğinden dolayı mükafaat verileceği hangi nasta yazmaktadır? Sadece hadislerde vardır. Müflis hadisi artı helalleşme hadisi bunun en güzel örneğidir. Bu durumda Allah’ın hak yiyen bu kuluna “git, hakkını yediğin kimseye hakkını ver; onunla helalleş, öyle gel” demesi hem naslara uygun hem de makul değil midir? Bu anlamda kul hakları hassasiyeti, insanlar arasındaki hak hukuka riayet edilmesini pekiştiren bir dustür olmamış mıdır? Bütün bir İslam tarihi kul hakları söz konusu olduğunda ayrı bir hassasiyete şahit değil midir? İşte bunlardan dolayı kul hakkı söz konusu olduğunda tevbeye bir şart daha ilave edilmiştir: Şayet maddî ise hakkı iade etmek veya helalleşmek. Bu konuda ulema arasında da icma vardır. Tabii şunu belirtelim ki, kul hakkının böyle bir yapısının olduğunu Allah teşri’i kılmıştır. Allah böyle istemiştir. Bunu gayr-i metluv olan vahyi yolıuyla Nebi’sine bildirmiştir. Bunda şaşılacak ne vardır?
Peki bu şekildeki kul hakları Kur’an’a aykırı mıdır? Malum yukarıda Nisa, 48 ayeti zikredilmiştir. Buna göre Allah şirk dışındaki bütün günahları bağışlar.[6] Burada mesele hadisin Kur’an karşısındaki konumunu bilmektir. Hadisler Kur’an’ı açıklar mı? Umumunu tahsis eder mi? Mutlakını takyid eder mi? Müşkilini tavzih eder mi? Şayet bunlara cevabınız “evet” ise sorun yoktur. Ama cevabınız “hayır” ise yularıdaki gibi düşünmekte özgürsünüz. Yukarıda ilk olarak aktardığım sitenin hadisle ilgili kullandığı dil sanki hadisle bir problemlerinin olduğunu gösteriyor. Sanki diyorum, ama mutlak olarak bunu söyliyemem. Ama Ekrem Demirli’nin aynı dili kullanmasını anlamakta zorluk çekiyorum. Doğrusu Demirli’yi de fazla tanımıyorum, ama tasavvufa olan aşinalığından yola çıkarak bu hüsn-i zannımı ifade etmek istiyorum. Evet, kul hakları Kur’an’a neden aykırı olsun?! Kur’an, şirk dışındaki günahları Allah’ın dilediği kimse için bağışlayabileceğini belirtiyor. Hadis ise kul haklarını bu affın dışında tutuyor. Çelişki nerede? Ayet şirk dışındaki günahlar konusunda umumidir. Hadis bu günahlardan kul hakkını tahsis ederek hariç tutuyor. Bu durumda ayetten kastedilen şu olmaktadır: Allah, şirk ve kul hakları dışında bütün günahları bağışlayabilir. Bu tür umumun tahsisine yönelik örnekler çoktur. Allah hakkı olan günahlar Allah’ın dilemesine kalmıştır. Dilerse bağışlar, dilerse temizlenmek üzere cehenneme atar. Yani burada mutlak bir af söz konusu değilidir. Allah değerlendirecek ve öyle karar verecektir. Kul hakkı olan günahlarda ise bizzat Allah öncelikli olarak değerlendirmeyi kula bırakıyor. Maksad hak yerini bulsun, adalet gerçekleşsin. Hemen baştan günahları ben affederim, deyip kulu aradan çıkarmıyor. Çünkü hakkı yenen kul mağdur ve mazlum. Mağdur ve mazlum kulun durumu dikkate alınıyor. Şunu da belirtelim ki, yukarıdaki ifadelerden “sanki ayet şirk dışında günahların affedileceğini söylüyor, buna kul hakları da dahildir” gibi bir imanın ifşa edildiği anlaşılıyor. Oysa ayette şirk dışındaki günahların muhakkak affedileceği geçmemektedir. Allah hakkı olan günahlarda bile mutlaka af söz konusu değildir. Allah hakkı olan günahları işleyen kişiler de Allah’ın dilemesine bağlı olarak bir müddetliğine cehenneme girebilir. Hele ayette tevbe edilmemiş bir günaha sahip kişinin af ile doğrudan cennete sokulacağına hiç değinilmiyor. Dolayısıyla tüm değerlendirmeler Allah’a aittir. Dilediğini affeder. Dilediğine azap verir.
Burada Ekrem Demirli’nin bir ifadesine bakalım: “Kul hakkı affedilmeyecek demek onu şirke ortak tutmak demektir ki bu da büyük hatadır.” Oysa karıştırılan noktalar vardır: Şirk, insanı ebedî cehennemde kılar. Kul hakkı olsa dahi günahlar ise kişiyi ebedî cehennemde kılmaz. Dolayısıyla kul haklarının affedilmemesi, böyle bir kimsenin gerekirse cezasını çekmek üzere cehenneme sokulacağını gösterir, orada ebedî kalacağını değil. Allah hakkı olan günahların da muhakkak affedileceği diye bir şey yoktur. O zaman kul hakkı olan günahların affedileceğinden bahsetmek hiç doğru olmaz. Aradaki fark açıktır: Allah hakkı olan günahlarda doğrudan Allah değerlendirmesini yapacak; kul haklarında ise Allah ilk değerlendirmeyi -öyle buyurduğundan- kula bırakacaktır. Aradaki fark budur. Her iki hakta da affın gerçekleşip gerçekleşmemesinin nihaî kararını verecek olan Allah’tır. Devamında Demirli diyor ki: “Dikkatimizi kul hakkına çok çekmek yerine Allah hakkına vermemiz lazımdır. Bize kulların haklarına riayet etmemizi, onlara iyi davranmamızı emreden Allah’tır.” Biz de bunu söylüyoruz: Kul haklarına riayet etmeyi emreden de Allah’tır. Yani bu günahı evvel emirde haksızlığa uğrayan kulun affına bağlayan Allah’tır. Bu açıdan dikkatimizi Allah hakkına çevirelim, tamam. Ama kul hakkı üzerinde hassasiyetle durmak, bunun da neticede Allah’ın emri olduğunu göz ardı etmeyi gerektirmez. Bütün bunlarla birlikte son değerlendirmeyi yapacak olan da Allah’tır. Bazen Allah katında mesela şehid gibi öyle değerli insanlar olur ki, bunun üzerinde bir kul hakkı vardır. Elbette Allah haksızlığa uğrayan kulunun mağduriyetini giderecek, değerli kulunun affını sağlayacaktır.
Son olarak kul haklarıyla ilgili hadislerin bir başka hadisle çeliştiği iddiası üzerinde duralım: Hadis şu: “Bana Cebrâil gelerek ‘Ümmetinden kim Allah’a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer’ müjdesini verdi’ dedi. Ben (hayretle) ‘zina ve hırsızlık yapsa da mı?’ diye sordum. ‘Hırsızlık da etse, zina da yapsa’ cevabını verdi. Ben tekrar: ‘Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha!’ dedim. ‘Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da yapsa!’ buyurdu.”
Bu hadis ayetle uyum içindedir. Ama dikkat edelim. Hadisin umumunu alırsak sıkıntılı bir sonuçla karşılaşırız. Buna göre kişi işlediği günahlardan dolayı tevbe etmemiş olsa dahi doğrudan cennete girer. Umum böyledir. Ancak bunu böyle anlamamıza engeller vardır. O da günah işleyen insanların cehenneme sokulacağına dair pek çok nastır. O halde hadisten kastedilen şudur: Zina veya hırsızlık yapan yahut herhangi bir günahı işleyen şayet tevbe etmemişse onu değerlendirecek olan Allah’tır. Ama değerlendirmesi nasıl olursa olsun onu ebedî cehennemde bırakmayacaktır. Dolayısıyla hadiste günah işleyip cennete girecek olanlar “cezalarını çektikten sonra cennete girenlerdir.” Aksi takdirde bunların doğrudan cennete gireceklerini söylemek mümkün müdür?! Şimdi kul hakları da böyledir. Bir kere bu tür günahta da hemen af diye bir şey yoktur. Bu günah değerlendirmeye alınacak ve değerlendirmeye de hak sahibinden başlanacaktır. Allah hakkı olan günahlar ile kul hakkı olan günahların hem doğrudan cennete girmek hem de cehennemde ebedî kalmamak açısından neticeleri aynıdır. Üzerinde kul hakkı olan kimse de diğerinde olduğu gibi doğrudan hemen cennete giremeyecektir. Aynı şekilde ebedî cehennemde de kalmayacaktır.
Neticede kul hakkı meselesi aslında hadis-Kur’an ilişkisini anlamaya bağlıdır. Hadislerin Kur’an’ın beyanı olduğunu kabul etmeyen ve dini sadece Kur’an’dan ibaret görenler için elbette kul hakları konusu ayete aykırıdır. Ama hadislerin Kur’an’ın açıklaması olduğunu kabul eden için bunda bir aykırılık olmayacaktır. Zira ayet umumi gelmekte, hadis onu tahsis etmektedir. Kul hakkı meselesi aklen de mümkündür. Gaybî konuları aklen izaha gerek yoktur belki, ama düşünüldüğünde bunda bir problem yoktur. Allah’ın önceden öyle olmasını murad ettiği için hak sahibine hakkını iade etmesinden daha doğal ne olabilir ki! Bu, adaletin de gereğidir. Ayrıca ahirette böyle bir hesaplaşmanın yaşanacak olması dünyadayken bu tür haklara azami derecede dikkat edilmesini de beraberinde getirecektir. Bunda yanlış olan nedir?![7]
[1] Buhârî, Mezâlim, 10.
[2] Müslim, Birr, 59.
[3]Müslim, Îmân 218. Ayrıca bk. Nesâî, Kudât 30; İbn Mâce, Ahkâm 8.
[4]Müslim, Îmân 182. Ayrıca bk. Dârimî, Siyer 48.
[5] Müslim, İmâre 119.
[6] Sadece Nisa ayetiyle görünürde kul haklarına dair hadisler çelişmiyor. Nisa ayetiyle başka ayetle de zahirde çelişiyor. İddia sahipleri bu ayeti delil getiriyor, ancak günah işleyenlerin ebedî cehennemde kalacağına dair ayetlerle bu ayetin nasıl te’lif edileceği üzerinde durmuyorlar. Mesela bir mü’mini kasten öldürenin ebedi cehennemde kalacağı buyrulur. Bu durumda Nisa ayeti nasıl anlaşılacaktır? Ya da katilin ebedi cehennemde oluşuyla ilgili ayet nasıl te’vil edilecektir? Bunu da onlar düşünsün!!
[7] Şu hususu belirtmeliyim ki, yazıyı bitirdiğimde bu meselenin geçmişte tartışıldığına muttali oldum. Eş’arî, Makâlât’ında bu meseleyi şöyle aktarır:
“Mürcie, Allah’ın, kulu ile kendisi arasında ve kulların birbiri arasındaki hakları affetmesi konusunda iki fırkaya ayrılmıştır. Onlardan birinci fırka şöyle demiştir: Kullar arasındaki hakları Allah’ın affetmesi kıyamettedir. Allah, mazluma hakkını vermek üzere, onu hasmıyla bir araya getirdiği zaman, o kimse kendisine zulmedenin suçunu affeder. Bunun üzerine Allah onu bağışlar. Onlardan ikinci fırka şöyle demiştir: Ister kullar ile Allah arasında ister kulların birbirleri arasında olsun, bütün günahların bu dünyada affedilmesi akıl yönünden caizdir.” (s. 153)
“Mutezileye göre, Allah, bütün günahkarları affedebilir ve onların nimetlerini daimi kılabilir. Bu görüşe meyledenlerden bazısı şöyle dedi: Sahibi affetmedikçe, ‘mezalim’ [kul hakları] affedilemez.” (s. 228) Evet, bu mesele tartışılmış ve ihtilaf edilmiştir. Ancak Eş’arî, sadece ihtilafa değinmiş, ihtilafın dayanaklarını zikretmemiştir.
Tebrikler. Teşekkürler svg. HOCAM..
MÜKEMMEL BİR YAZI.. BİR ÜST YAZIYLA İKTİBASEN FACEBOOK TA YAYINLIYORUM.